• Nenhum resultado encontrado

Zaman ve Mekân Bağlamında Karşılaştırmalı Bir Çalışma: Makyavel’in ‘Prens’i ve Kınalızade’nin ‘Ahlâk-ı Âlâî’si <br> A Comparative Study in Terms of Time and Space: Machiavelli’s ‘The Prince’ and Kınalızade’s ‘Ahlâk-ı Âlâî’

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2017

Share "Zaman ve Mekân Bağlamında Karşılaştırmalı Bir Çalışma: Makyavel’in ‘Prens’i ve Kınalızade’nin ‘Ahlâk-ı Âlâî’si <br> A Comparative Study in Terms of Time and Space: Machiavelli’s ‘The Prince’ and Kınalızade’s ‘Ahlâk-ı Âlâî’ "

Copied!
19
0
0

Texto

(1)

ZAMAN VE MEKÂN BAĞLAMINDA KARŞILAŞTIRMALI BİR ÇALIŞMA: MAKYAVEL‟İN “PRENS”İ VE KINALIZÂDE‟NİN

“AHLÂK-I ALÂİ”Sİ

Ramazan ÖZDEMİR*

ÖZET

Hemen hemen aynı dönemlerde yaşamış olan Kınalızâde Ali Efendi (ö. 1572) ve Nicolo Makyavel (ö. 1527), ait oldukları medeniyetler açısından çok önemli yerler işgal etmektedir. Kınalızâde 16. yüzyılda kudretinin doruğunda olan Osmanlı devletinin temsilcisiyken, Makyavel aynı yüzyılda istikrarsız ve bölünmüş bir siyasi yapı olan İtalya‟nın temsilcisidir. Yaklaşık olarak aynı zaman diliminde birbirinden son derece farklı coğrafyalarda yaşamış olan bu iki âlim doğal olarak kendi ülkelerinin sorunlarına çare aramışlardır. Bununla birlikte ikisinin de amacı aynıdır ve memleketlerini daha iyi bir duruma getirmeye çalışmaktadır. İkisi de çağının çocuğudur ve içinde yaşadıkları toplumun şartlarında düşünmektedir. Tabii, düzen ve istikrarın hüküm sürdüğü Osmanlı mülkünde yaşayan Kınalızâde ile kargaşanın ve siyasi ahlâksızlığın egemen olduğu İtalya‟da yaşayan Makyavel‟in hükümdarlara sunduğu reçeteler çok farklı olacaktır. Kınalızâde, kendi ülkesinde düzen zaten tesis edildiği için onun ötesine geçmiş ve erdemi arayabilmiştir. Makyavel içinse düzenin olmadığı bir yerde erdemden bahsetmek abesle iştigaldir. Bu iki düşünürün ahlâk anlayışı üzerinden yatay bir mukayese yapmak dönemi daha anlaşılır kılacaktır. İçine doğduğu, dünya düzeni kurma iddiasındaki Osmanlı‟nın sorularına cevap arayan, politika ile etikin amacını aynı gören kadimin temsilcisi Kınalızâde‟nin „Ahlâk-ı Âlâî‟ isimli eseri ile; içine doğduğu, parça parça devletlerden oluşan İtalya‟nın sorularına cevap arayan, politika-etik ayrımı yapan, kendisinden sonraki devletlere de bu noktada örnek teşkil eden Makyavel‟in „Prens‟ isimli eserinin karşılaştırması, aynı zamanda bir medeniyet karşılaştırması olacaktır. İki düşünürün ahlâk anlayışı arasındaki fark, sahip oldukları dünya tasavvurunun birer yansımasıdır.

(2)

A COMPARATIVE STUDY IN TERMS OF TIME AND SPACE:

MACHIAVELLI‟S „THE PRINCE‟ AND KINALIZADE‟S „AHLÂK-I

ÂLÂÎ‟

ABSTRACT

Kınalızâde Ali Efendi (died in 1572) and Nicolo Machiavelli (died in 1527), who lived in almost the same period, occupied important places with regards to the civilizations to which they belonged. While Kınalızâde represents an Ottoman State that was at the zenith of its power at the end of the 16th century, Machiavelli represents Italy that was at the time an unstable and divided political structure. These two scholars who lived roughly around the same time in quite different geographies, naturally, sought to remedy the problems of their own countries. Nonetheless, they both had the same target in mind; carrying their homelands to greater heights. Both being the children of their time, they were involved in ways of thinking in line with the circumstances of their societies. As a natural consequence of the realities they were in, the prescriptions they were to present to the rulers of their homelands would vary to a great extent given that Kınalızâde was living in Ottoman soil where the prevailing atmosphere was that of order and stability, while Machiavelli was living in an Italy riddled with chaos and political immorality. Kınalızâde was able to search for virtues by capitalizing on the fact that his country had already established a well working order. However, according to Machiavelli, it would be a mere waste of time to speak of virtues in a place with no established order. A parallel comparison of the moral sentiments of these philosophers would make the period more understandable. The comparison between “Ahlâk-ı Âlâî” of Kınalızâde and “The Prince” of Machiavelli will be a comparison of civilizations because Kınalızâde was a representative of the ancient that made no distinction between politics and ethics and he sought answers to the problems of the Ottoman Empire into which he was born and which had the claim of establishing a world order; whereas Machiavelli sought answers to the problems of his homeland Italy, which was made up of minor states and which distinguished between politics and ethics. The difference between the moral sentiment of these philosophers is a reflection of the concept of world that they have.

Key Words: Kınalızade, Machiavelli, moral, politics, civilization.

Kınalızâde (ö. 1572) ve Makyavel (ö. 1527) ait oldukları medeniyetleri temsil eden iki önemli düĢünürdür ve onların ahlâk anlayıĢları da içinde yaĢadıkları dönemi yansıtmaktadır.

Kınalızâde, dünya düzeni kurma iddiasındaki Osmanlı‟nın sorularına cevap aramakta ve politika ile etikin amacını aynı görmekteyken, Makyavel parça parça devletlerden oluĢan Ġtalya‟nın sorularına

cevap aramakta ve politika-etik ayrımı yapmaktadır.

Kınalızâde gerek referanslarının zenginliği gerekse takipçisi olduğu ahlâk geleneği

(3)

devralmıĢtır. Ancak hâkim olunan bölgenin tarihi ve kültürel geçmiĢi dikkate alındığında, mirasçısı olunan gelenek sadece Türk-Ġslam geleneğiyle sınırlı tutulamaz. Dolayısıyla, Osmanlı devlet,

cemiyet ve siyaset anlayıĢını değerlendirirken, Ġslam siyasi geleneğini, eski Orta Asya Türk-Moğol

geleneklerini, geniĢ bir literatür ortaya koymuĢ bulunan Hint-Ġran geleneklerini, eski Yunan siyaset

felsefesini ve Bizans geleneğini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Makyavel ile Kınalızâde‟yi Ahmet Davutoğlu Ģöyle karĢılaĢtırmaktadır:

“Makyavel‟in Prens’inde tarihi referanslar hemen hemen tümüyle Roma ve Kilise tarihiyle sınırlıdır. Roma imparatorluğu gibi kadim kültürleri kendi atmosferinde barındırmıĢ bir geleneğin merkezinde bulunmak dahi Makyavel‟in düĢünce ve siyaset referanslarını Roma öncesine ve ötesine taĢıyamamıĢtır. Kınalızâde‟nin Ahlâk -ı Alâi‟sinde ise kadim Mezopotamya‟dan Ġran geleneğine, Ġbrahimi gelenekten Yunan‟a kadar son derece kapsayıcı ve içselleĢtirici bir referans zenginliği vardır. Bugünkü yaklaĢımın aksine, Kınalızâde için mesela Eflatun ve

Aristo Avrupa‟ya ait olmadığı gibi, kadim kültürün önemli kaynakları olarak Osmanlı‟nın tabii tarihi referansları arasında yer almaktadır.”1

Çünkü Kınalızâde, dünya tarihini ve varlığı bir bütün olarak değerlendirmekte, o bütün içindeki aktörleri farklı hedefler uğruna mücadele eden değil, aynı “ortak iyi” için çalıĢan kiĢiler olarak görmektedir. Kınalızâde‟ye göre ahlâk ilminin ve içerdiği konuların bütün insanları

ilgilendirmesi, varlığı yahut yaĢamı anlamlandırmak ve mutlu olmak için herkesin bu ilmi bilme

zorunluluğu âlimleri ahlâkilmi ile ilgili kitaplar yazmaya itmiĢtir. Bu konuda yazılan bütün kitaplar

da insanlığın iyiliğine hizmet ettiği için bütün insanlığın mülkiyetinde, bu kitapların yazarları da yine insanlığın hizmetindedir. Dolayısıyla Eflatun veya Aristo veya herhangi bir düĢünür, herhangi bir coğrafyaya ait olamaz. Bütün bunlar, Osmanlı da insanlığın hizmetinde olduğu ve kadim kültürün temsilcisi olduğu için kadim kültürün önemli kaynakları olarak Osmanlı‟nın tabii tarihi

referansları içindedir. Burada Ģunu da belirtmek gerekir ki, Makyavel aynı zamanda bir Rönesans

yazarıdır ve diğer eserlerinde antikçağdan da büyük ölçüde yararlanmıĢtır. Fakat Prens o dönem Ġtalya hükümdarına pratik tavsiyeler vermek için yazıldığından, bu eserde kullanılan referanslar büyük oranda Roma ve Kilise tarihiyle sınırlı tutulmuĢ görünmektedir.

Kınalızâde, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun en geniĢ sınırlarına ulaĢtığı bir dönem olan 16. yy.‟da yaĢamıĢ ve imparatorluğunun en kudretli, en uzun süre iktidarda kalan padiĢahı Kanuni Sultan Süleyman dönemine tanıklık etmiĢtir. 16. yy. Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun aynı zamanda kültür hayatı bakımından en yoğun ve en zengin olduğu dönemdir. Dolayısıyla, Kınalızâde,

gücünün doruğunda olan ve dünyaya nizam verme, yani nizam-ı âlem iddiasındaki 16. yy.

Osmanlı‟sında yaĢamakta, tebaası olduğu imparatorluğun ikliminde düĢünmektedir ve Osmanlı‟da ve Osmanlı‟nın ait olduğu Ġslam medeniyetinde düzen fikri çok önemlidir. Öyle ki Ġslam âlimleri bir günlük düzensizlik ve anarĢi yerine kırk yıllık istibdat dönemini yeğ tutmuĢlar, bu mealde beyanlarda bulunmuĢlardır. Ġslam inancına göre Allah (cc) âlemlerin yaratıcısı ve düzenleyicisi, Allah‟ın yeryüzündeki gölgesi padiĢah-halife de yeryüzünün düzenleyicisi konumundadır. Osmanlı sultanının da temel vazifesi aslında nizamı âlemdir. Buradaki nizamı âlemden kasıt, Osmanlı

devletinin düzeni, istikrarı ve asayiĢi manasıyla birlikte bütün dünyanın da nizamı iddiasıdır. Özellikle Fatih‟in “padiĢah, hakan, kayser, halife” gibi unvanları bir arada kullanmasında bu iddiayı net bir Ģekilde görmek mümkündür. Kınalızâde‟ye göre devletin baĢı olan padiĢahın görevi, toplumda itidali sağlamak ve adaleti temin etmek, insanları böylece her zaman iyiye sevk etmektir.

1Ahmet Davutoğlu, “Tarih Ġdraki OluĢumunda Metodolojinin Rolü: Medeniyetlerarası EtkileĢim Açısından Dünya Tarihi

(4)

Makyavel ise istikrarsız ve bölünmüĢ bir siyasi yapı içinde yaĢamakta, bütün düĢüncesini Ġtalya‟nın kurtuluĢu, tek bir devlet halinde birleĢmesi üzerinde yoğunlaĢtırmaktadır. Bu amaca ulaĢmak için de her yolu mubah görmektedir. Makyavel‟in içinde yaĢadığı Ġtalya, durmadan kurulup dağılan küçük devletler kalabalığından ibarettir. Ticari olarak zengin olmasına karĢın siyasi ve askeri olarak çok güçsüz olan Ġtalya, Avrupa‟da geniĢleme politikası güden bütün devletlerin hedefi olmaktadır. Ġtalyan hükümdarlar, birbirlerine karĢı yabancı devletlerin yardımına baĢvurmakta bir beis görmedikleri için de yabancıların ülkeye girmeleri oldukça kolaydır. Hegel‟in

Almanya’nın Anayasa’sı adlı eserinden alınan Ģu satırlar Ġtalya‟nın durumunu çok net bir Ģekilde ortaya koymaktadır:

“Ġtalya talihsizliğin doruğundaydı; hızla mahvına doğru koĢuyordu; savaĢ, ülkede kendine meydanlar hazırlıyor, yabancı hükümdarlar onun toprakları üzerinde efendilik taslıyorlardı. O, hem savaĢlara bahaneler sunuyor, hem de savaĢların ganimeti oluyordu; savunmasını, cinayetlerden, zehirden, yabancı sergerdelerin ihtiraslarından bekliyordu; bir türlü vazgeçemediği kiralık askerler, pahalı ve batırıcı ve hatta tehlikeli ve korkunçtular; reislerinden bazıları kendilerini hükümdar sırasına bile çıkarabiliyorlardı; Ġtalya, Almanlar, Ġspanyollar, Fransızlar ve Ġsviçreliler tarafından talan edilip duruyordu; ulusun kaderini, yabancı hükümetler belirlemekteydi. ĠĢte böyle bir zamanda, bu genel felaket ve çaresizlik halinden derin bir ıstırap duyan bir Ġtalyan siyaset adamı, bu kin, nefret, karıĢıklık ve körlük karĢısında soğukkanlılıkla düĢünerek, Ġtalya‟nın kurtuluĢunun, zorunlu olarak, onun tek bir devlet halinde birleĢmesinden geçtiği fikrine vardı; alabildiğine bir açıklık ve kesinlikle, bu kurtuluĢun izlenmesini gerektirdiği yolu-devrin ahlâki

çürümüĢlüğünün, kör ihtiraslarının zorunlu kıldığı yolu-gösterdi; hükümdarını,

Ġtalya‟nın kurtarıcısı olmak gibi ulvi bir rolü üstlenmeye ve böylece ülkesinin uğradığı felaketlere son vermek Ģerefine eriĢmeye çağırdı.”2

Makyavel iĢte bu çağrıyı yaparken „devrin ahlâki çürümüĢlüğünün, kör ihtiraslarının

zorunlu kıldığı yol‟un gereği olarak bütün ahlâki değerleri tersyüz eder. Mirasçısı olduğu kilise

tarihinin önemli bir isminin, St. Thomas Aquinas‟ın The Government of Princess (Hükümdarların Yönetimi) adli eserinde vurguladığı, cenneti güvenceye almak için, iyi bir yöneticinin dünyevi

zevkleri bastırması gerektiği biçimindeki Ortodoks Hristiyan inancını dahi tamamen görmezden gelir. Tam tersine Makyavel, insanların uğruna çalıĢması gereken ödüllerin dünyevi görkem ve zenginlik olduğunu, ayrıca bunların talihin bahĢetme kudretine sahip olduğu en iyi iki armağan olduğunu savunur. Makyavel, Romalı ahlâkçıları takip ederek zenginliğe ulaĢmayı temel bir arayıĢ

olarak alır.3Bu arayıĢ sırasında da hak ve adalet soruları, din veya

ahlâkla uygunluk konusu ancak

amaca hizmet ettiği oranda yer bulur kendine. Makyavel‟in „amacın araçları meĢrulaĢtırdığı‟ iddiası çok eleĢtirilmesine sebep olmuĢtur. Hâlbuki onun iddiası bir devletin ya da devlet adamının ülkesinin birliği ve güvenliği için her Ģeyi yapabileceğidir. Öyle ki o dönem Ġtalya‟sında herkes bir kahraman beklemektedir ve baĢka çare kalmadığından, kuvvet hak olmuĢtur. MeĢru yollarla gerçekleĢemeyen Ġtalyan rüyası belki de bu yolla gerçekleĢecektir. O, buradan yola çıkarak hükümdarın en asil hedefinin, kendisine onur getirecek ve kendisini Ģöhrete kavuĢturacak bir yönetim biçimi kurmak olduğunu belirtir. Makyavel‟in ilk ve temel ilkesi tüm devletlerin baĢlıca dayanağının, iyi yasalar ve iyi ordular olduğudur. Bu temel ilke Kınalızâdeiçin de geçerlidir, ancak

Kınalızâde iyi yasalara ve iyi ordulara sahip bir ülkenin vatandaĢıyken, Makyavel bu iki önemli unsurun bulunmadığı bir ülkenin vatandaĢıdır ve onun için asıl mesele bu iki unsurun bir an evvel

tesis edilmesidir. Makyavel izlenecek yola değil ulaĢılacak sonuca bakar. Bu sonuç da ülke içindeki

kargaĢaya son verilmesi ve birliğin sağlanmasıyla elde edilir. Yani Ġtalya Ģartları göz önüne

2 Machiavelli, Hükümdar, Çeviren: H. Kemal Karabulut, Ġstanbul 1998, s. 18. 3

(5)

alındığında sadece savaĢ yoluyla elde edilir. Dolayısıyla, bilge bir hükümdarın, savaĢ, savaĢın yasaları ve disiplini dıĢında hiçbir amacı olmamalı, ilgisi baĢka hiçbir Ģeye yönelmemelidir. Burada Ģunu da belirtmek gerekir ki, Makyavel hem antik düĢünceye hem de Kilise Babaları‟ndan kaynaklanan geleneğin dıĢına çıktığının bilincindedir ve bunu Prens‟in 15. bölümünde “Benden önce de birçok yazarın bundan söz ettiğini biliyorum. Bunun için, yeniden aynı Ģeylerden söz etmem belki cüretkârlık sayılacaktır; kaldı ki, bunu yaparken, Ģimdiye kadar izlenmiĢ olan yolun da dıĢına çıkacağım.”4

diyerek vurgular.

Platon‟u izleyen Cicero‟nun Moral Obligation adlı eserinin ana eksenini oluĢturan „ahlâklı olmak her zaman rasyoneldir‟ yaklaĢımı, Makyavel‟in çağdaĢlarının ahlâki tezlerinde

sürekli tekrarlanıyor olmasına rağmen, Prens‟de hümanist ahlâkın bu boyutu ortadan kaldırılmıĢtır.

Makyavel, büyük hedefleri olan hükümdarlar için dürüst ve merhametli olmak gibi erdemleri

tamamen reddeder.5 Ona göre bu erdemler için mücadele eden bir yöneticinin hayatta kalma Ģansı

yoktur. Böylece Makyavel, klasik ahlâkanlayıĢına basit ama yıkıcı bir eleĢtiri getirir. Onun için

önemli olan insanların genel iyiliği değil, hükümdarın kendi çıkarlarıdır. Hükümdar kötü davranması gerektiğinde kötü davranmalı fakat kötü görünmeyi engellemelidir. Öte yandan,

Makyavel Konuşmalar‟da dünyanın bir bütün olarak aynı olduğunu belirtip Ģöyle der: “…düĢünceye daldığım zaman dünyanın her zaman aynı yönde gittiği ve kötü kadar çok iyinin var olduğu, bununla birlikte farklı gelenekleri nedeniyle birbirinden ayrılan antik krallıklar hakkında bilgili birinin anlayacağı gibi bu iyinin ve bu kötünün ülkeden ülkeye değiĢtiği; ancak dünyanın aynı kaldığı yargısına varıyorum… Oysa dünya üstünlüğü önce Asurlulara verdi, sonra Medlere, ardından Perslere verdi ve sonunda üstünlük Ġtalya‟ya ve Roma‟ya geldi… Bu üstünlük, insanların üstün biçimde yaĢadıkları Fransa Krallığı, Türklerin Krallığı, Sudanınki, günümüzde Alman halkı ve daha öncesinde, büyük iĢler yapıp Doğu Roma Ġmparatorluğunu yıprattıktan sonra dünyanın çoğunu alan Müslüman aĢiretlergibi uluslar arasında dağıldı.”6

Bu ifadelerden, dünyanın erdeminden nasiplenip güçlü bir iktidar sahibi olabilmek için erdemli ya da üstün biçimde yaĢamak gerektiği anlaĢılmaktadır ve bunlar klasik ahlâk anlayıĢına

getirdiği eleĢtirilerle çeliĢir görünmekte, bir muamma teĢkil etmektedir. Cemil Meriç bu konuda

filozof Merleau-Ponty‟den alıntı yaparak Ģöyle diyor: “ahlâkı hırpalarken faziletten söz etmek ne

büyük cesaret! GörünüĢteki bu tezadın izahı Ģu: Makyavel, maĢeri hayatın bir kördüğümünü tasvir

eder; saf ahlâkın zalimleĢebileceği, saf politikanın bir nevi ahlâka ihtiyaç duyacağı bir kördüğüm.”7

Böylece, Makyavel, Ġtalya‟yı içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulana kadar istibdatla yönetmeyi ve ne gerekiyorsa yapmayı teklif etmektedir.

Makyavel‟in, siyaset geleneğinde gerçekleĢtirdiği devrim esasen, virtu kavramına getirdiği yeni yoruma dayanır. Makyavel, virtu’nun bir hükümdarın iyi olana ulaĢmasını sağlayan nitelikler bütününü temsil ettiği biçimindeki geleneksel varsayımı destekler. Böylece de Ġtalya

Ģartlarında „iyi‟ olana ulaĢmak için yapılması gerektiğini düĢündüğü her Ģeyi meĢrulaĢtırmıĢ olur. Ona göre iyi bir hükümdarın ayırt edici özelliği hedeflerine ulaĢmak için zorunluluğun gerektirdiği her Ģeyi yapabilmesidir. Yani hükümdar ahlâki olarak son derece esnek olmalıdır.8

Yukarıda genel hatlarını çizmeye çalıĢtığım çerçevede bu iki düĢünürü,

4

Machiavelli, Hükümdar, s. 177.

5 Quentin Skinner, Machiavelli, s. 5859. 6

Machiavelli, Söylevler, Çeviren: Alev Tolga, Ġstanbul 2009, s. 214–215.

7Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, Ġstanbul 2006, s. 178. 8

(6)

1.Kınalızâdeve Makyavel‟e göre Devlet AnlayıĢı

2.Kınalızâdeve Makyavel‟e göre Hükümdarın Özellikleri ve Görevleri

baĢlıkları altında karĢılaĢtırmaya ve değerlendirmeye çalıĢacağım. 1.Kınalızâdeve Makyavel’e Göre Devlet Anlayışı

a. Kınalızâde’ye Göre Devlet Anlayışı

Kınalızâde‟ye göre devlet, toplumda düzeni sağlayan ve toplumdaki insanları mutluluğa götüren kurumdur. Cemiyet ise büyük ve geniĢ bir ailedir ve bu ailenin fertlerinin bir arada yaĢamasının en önemli sebebi de birbirlerinin hizmet ve yardımına muhtaç olmalarıdır. Bunun

yanında insanın baĢka insanlarla bir arada yaĢamasının, erdemli kiĢilerden faziletin öğrenilmesi gibi önemli faydaları da vardır. Kınalızâde, insanların biraraya toplanmalarını ve birbirinin yardımına muhtaç olmalarını da, cemaatle ibadeti teĢvik eden dinin emirleri, insanın tabiatının diğer insanlarla bir arada yaĢamaya meyilli olması gibi gerekçelere dayandırır. Kınalızâde, insanın üstün varlık olduğunu ve yeryüzündeki madenler, bitkiler, hayvanlar gibi bütün varlıkların insana

mecburi olarak hizmet ettiğini belirtir. Toplumdaki iĢ bölümü sayesinde cemiyet hayatı idame

ettirilir. Fakat topluluk içinde yaĢamak bazı sorunlara sebep olabilir, çünkü insanlar farklı tabiatlarda ve isteklerde yaratılmıĢlardır ve arzularına ne Ģekilde olursa olsun ulaĢmak isterler.

Kınalızâde özellikle halkın isteklerinin kötü olabileceğini düĢünür. Ġki kiĢi aynı Ģeyi elde etmek istediğinde, her bir kiĢi öbürünü geçip istediğine ulaĢmak arzusunda olacağından çeĢitli mücadeleler ortaya çıkar. Ġnsanlar arasındaki bu mücadeleyi ortadan kaldırıp beraber yaĢayabilmelerini sağlayacak bir iradeye ihtiyaç vardır. ĠĢte insanları toplayıp aralarındaki ayrılığı kaldıran bu iradeye Kınalızâde en büyük siyaset anlamında “siyaset-i uzma” adını verir.9 Bu siyaseti ortaya koyacak olan da devlettir. Ġnsanların bir arada yaĢarken bir düzene ve idareye

muhtaç olması siyasetin ve devletin kaynağını ve sebebini de açıklar.

Kınalızâde‟ye göre Medine-i Fazıla (Erdemli Devlet) ve Medine-i Gayrı Fazıla (Erdemli

Olmayan Devlet) olmak üzere iki çeĢit devlet vardır. Medine-i Fazıla‟da hayır ve iyilikler

hâkimken, Medine-i Gayrı Fazıla‟da kötülükler hâkimdir.10Ancak, burada anlatılan devlet çeĢitleri

isimlerini siyasi yapı ve bu yapının özelliklerinden değil, halkın inançlarından ve özelliklerinden alır. Bu Ģekildeki ahlâki nitelemeler, siyasi bir teĢekkül olan devlet için değil o devlet çatısı altında

yaĢayan halk ve bireyler için uygundur. Bu yüzden burada devlet yerine ülke kavramı da kullanılabilir. Yani Kınalızâde‟ye göre ülke, erdemli ve erdemli olmayan olmak üzere iki kısımdır. Ülkenin erdemli ya da erdemli olmayan ülke olarak tanımlanması, o ülke halkının ne sebeple bir araya geldiğine bağlıdır. Ġnsanlar eğer hayır ve iyilik sebebiyle bir araya gelmiĢlerse o ülke erdemli, eğer kötülük ve fesat sebebiyle bir araya gelmiĢlerse de o ülke erdemli olmayan ülkedir. Kınalızâde‟ye göre Allah bir olduğuna göre doğru yol da birdir. Dolayısıyla erdemli ülke de bir tane olmalıdır. Oysa sayısız sapıklık ve cahillik çeĢitleri olduğu halde erdemli olmayan ülke baĢlıca

üç tanedir. Bunlar:

1. Cahil ülke (Medine-i cahile): Bu ülkede yaĢayan insanlar düĢünce

kuvvetini kullanamazlar. Bunlar öfke gücüyle bir araya gelirse ülkelerine vahĢi-cahil

ülke, arzu gücüyle bir araya gelirse hayvani-cahil ülke denir.

2. Bozuk ülke ( Medine-i fasıka): Bu ülkenin insanları düĢünce gücünü

kullanabilecek durumda olmalarına rağmen diğer kuvvetler üstün geldiği için toplanma sebepleri düĢünce gücünden baĢka diğer kuvvetlerdir.

9AyĢe Sıdıka Oktay, Kınalızâde Ali Efendi ve Ahlâk

-ı Alâi, Ġstanbul 2005, s. 441–442.

10Hüseyin Öztürk, Kınalızâde Ali Çelebi’de Aile

(7)

3. Sapık ülke: (Medine-i dalle): Bu ülkedeki insanların düĢünce güçleri

eksiktir. Dolayısıyla batıl itikatları ve fasit kanunları doğru olarak hayal ederler ve bunu

biraraya gelmelerinin sebebi sayarlar.11

Kınalızâdedaha çok erdemli ülke üzerinde durur ve onun özellikleri hakkında bilgi verir. Çünkü erdemli olmayan ülke erdemli ülkenin zıddı olduğundan erdemli ülkenin öğrenilmesiyle erdemli olmayan ülke de anlaĢılmıĢ olacaktır. Kınalızâde‟ye göre erdemli ülke, insanların her halükarda hayırlı iĢler yapıp kötü iĢlerden uzak durduğu ülkedir. Buradaki insanlar inançları gereği

adalet üzere sabitkademdirler. Tabii ki insanlar çeĢit çeĢittir ve Kınalızâde insanların durumlarına

göre-mesela düĢünce ve inanç seviyelerine göre, mesleklerine göre, iyiliğe yatkınlıkları ve ahlâki

yapılarına göre, istidat ve kabiliyetlerine göre gibi-birçok tasnifini verir. Fakat erdemli ülkedeki bu

insanların hepsi mümindir ve hakikate kendi kabiliyetlerini kullanarak ulaĢabilirler. Zaten Peygamber Efendimiz (s.a.s.), tam da bu sebepten, yani insanlar farklı kabiliyetlerde yaratıldıkları için her kavimleakılları ölçüsünde konuĢmuĢtur.

Öte taraftan, erdemli ülkede bir meslek erbabı olmayıp topluma hizmet etmeyen insanlar da vardır ve bunlara da „türediler‟ denir. Kınalızâde bu durumu Ģöyle bir benzetmeyle açıklar. Bu benzetmeye göre erdemli ülke çeĢitli ağaçları ve güzel çiçekleri olan bir bahçedir. Bahçenin etrafını çeviren, dıĢarının tehlikelerine karĢı koruma sağlayan dikenli ve meyvesiz ağaçlar vardır. Ayrıca bahçenin her tarafını değerli bir halı gibi kaplayan taze çimenler bulunmaktadır. Böyle bir bahçede göze hoĢ görünmeyen bazı otların bulunması da mümkündür. Erdemli ülkedeki asıl grupların dıĢında kalan faydasız insanlar da, bu güzel bahçedeki göze hoĢ görünmeyen otlar gibidir. Kınalızâde, bunlara iĢe yaramayan faydasız otlar anlamında “türediler” adını verir.12

Toplumda

yardımlaĢmak esas olduğu için ve bu insanların kimseye bir faydası dokunmayacağı için bunlar türedidir. Kınalızâde‟ye göre erdemli bir toplumda yaĢayan insanlar “iyi” olmak zorundadır, onlar için baĢka bir alternatif yoktur.

Fark edileceği gibi Kınalızâde toplumda kötülüğün yayılmaması ve ne olursa olsun

insanların hep iyiye yönelmesi gereği üzerinde durmaktadır. Toplumu bu kadar detaylı bir Ģekilde tasnif ettikten sonra da devletin, tebaasını çok iyi tanıyıp herkesi iyiye yönlendirecek Ģekilde iĢlemesi gerektiğini belirtir.

Kınalızâde‟nin ifadelerinden saltanat dıĢında baĢka bir yönetim Ģeklini düĢünmediği ortaya çıkmaktadır. Sultanın göreve geliĢ Ģekli yerine, bu görevi üzerine almıĢ sultanın görevini nasıl icra etmesi gerektiği ile ilgilenmek Kınalızâde‟ye göre daha tabiidir. Zaten Ahlâk -ı Alâi,

sultanlara nasihat vermek amacıyla yazılan bir eserdir. Müellif saltanatı dine dayandırdığı için bunun elde ediliĢ tarzını sorgulama gereği de duymaz. Bu görevin sultanlara Allah‟ın bir hediyesi

olduğunu ifade eder. Allah bazı kullarına bu saadet tacını geçirerek onları saltanatla yüceltmiĢtir. Genel olarak bütün insanlara hitap ettiği bildirilen “Seni yeryüzüne halife yaptık” ayetini de, Kınalızâde, sultanların Allah tarafından halife seçilmelerine iĢaret olarak değerlendirmektedir. Dolayısıyla padiĢah aynı zamanda “Allah‟ın halifesi” ve “Allah‟ın gölgesi”dir. Kınalızâde, bu

Ģekilde Eflatun‟dan ve Aristo‟dan gelen geleneği de devam ettirmiĢ olur. Çünkü Eflatun‟a göre bu kiĢi “müdebbir-i âlem”, Aristo‟ya göre de “insan-ı medeni”dir.13 Kınalızâde, saltanatın kaynağını

ve meĢruluğunu tartıĢmaz. Çünkü ona göre kaynak Allah‟tır ve meĢrudur. Zaten önceki dönemlerde ve onun yaĢadığı yıllarda saltanat genellikle askeri güçle elde edilmekte ve yine askeri güç veya veraset yoluyla sonraki nesillere geçmektedir. Bu sistem de, zaman zaman çıkan taht kavgalarına

11AyĢe Sıdıka Oktay,

age, s. 446–447.

12AyĢe Sıdıka Oktay, age, s. 455456. 13

(8)

rağmen gayet iyi iĢlemekte, ülkede bir refah ortamı hüküm sürmektedir. Dolayısıyla Kınalızâde böyle iyi iĢleyen bir sistemi eleĢtirme gereği de duymamaktadır.

b. Makyavel’e Göre Devlet Anlayışı

Makyavel her Ģeyden önce içinde yaĢadığı keĢmekeĢ halindeki Ġtalya‟nın sorunlarına

pratik çözümler getirmeye çalıĢan biridir. Onun için, öncelikli mesele Kınalızâde gibi halkının

ahlâklı bir Ģekilde yaĢamasını sağlayacak bir devlet düzeninin tesis edilmesi değil, her ne Ģekilde

olursa olsun Ġtalya‟nın birliğini sağlayacak ve ona itibar kazandıracak bir devletin tesis edilmesidir. Ġtibar kazandırmak diyorum, çünkü Makyavel‟in Ģahitlik ettiği dönemde Floransa‟nın komĢu ülkeler arasında hiçbir itibarı yoktur. Bu konuda bir örnek verilecek olursa, Temmuz 1500 yılında diplomatik bir görevle Floransa‟yı temsilen Fransa Kralı XII. Louis‟in sarayına gittiğinde Makyavel‟in yaĢadığı tecrübe gösterilebilir. Floransa‟nın böyle bir elçi gönderme kararı, Pisalılar‟ın 4 yıldır süren ayaklanmalarını bastıramamaları ve bu konuda karĢılaĢılan güçlüklerden kaynaklanmaktadır. Makyavel bu görevi esnasında, Floransa‟nın kendisine atfettiği önemin Fransızlara göre, Ģehrin askeri konumu ve refah düzeyi ile komik bir Ģekilde orantısız olduğunu görmüĢtür. Çok açık bir Ģekilde, Floransa hükümet çarkı modern krallık eğitimi almıĢ herhangi biri için, anlamsız bir Ģekilde bocalayan güçsüz bir aygıt olarak görünüyordu. Makyavel için en acısı da, bu görevi esnasında Fransızların kendisine „Bay Hiç Bir ġey‟ diye hitap etmeleriydi.14

Floransa

elçisi bu seyahatinde, Fransızların kendi ülkesine yardım etmek için bir sebep görmediklerini anlamıĢtı.

Bu durumda Ġtalya‟nın birliğinin sağlanması, onun güçlü bir devlet haline gelip itibar sahibi olması için olmazsa olmaz bir Ģarttır. Makyavel‟e göre bunu yapacak olan kiĢinin de ahlâki ya da gayriahlâkiyollardan gitmesi önemli değildir.

Makyavel, Prens‟te, siyaset üzerine yazılan kitaplarda genel olarak yapılanın aksine, mal mülk, sitenin iĢleyiĢi, hükümdarın rolü üzerinde genel mülahazalarla oyalanmaz ve „Kaç çeĢit hükümdarlık vardır ve bunlar hangi yollarla elde edilebilir‟ baĢlığıyla hemen konuya girer. Ġnsanları sultaları altında tutmuĢ ve tutmakta olan bütün devletlerin, bütün egemenliklerin ya

cumhuriyet ya da hükümdarlık olduğunu belirttikten sonra, cumhuriyetlerden hiç söz etmeyeceğini,

yalnızca hükümdarlıkları ele alacağını ifade eder.15 Zaten Ġtalya bir cumhuriyet değil bir

hükümdarlıktır ve Prens de Makyavel‟in Ġtalya‟yı kurtarabilecek „güçlü el‟ olarak gördüğü MuhteĢem Lorenzo‟ya pratik bilgiler sunmak için kaleme alınmıĢtır.

Makyavel, her Ģeyin sürekli devinim halinde olduğu fikrinden hareketle hükümdara sürekli yeni yerler fethedip ülkesini yükseltmesini tavsiye eder. Zaten ülke büyümezse bu durumda

zorunlu olarak küçülecektir. Ona göre, „insanların yaptıkları iĢlerin hepsinin, hareket halinde oldukları ve sabit kalamayacakları için, yükselmesi ya da batması zorunlu olmalıdır; aklın sizi zorlamadığı çoğu Ģeye, ihtiyaçlar zorlar.‟16 Eğer hükümdar ülkeyi geniĢletmezse ve ülkeyi sadece

varlığını koruyacak tarzda düzenlerse, zaman içinde ihtiyaçlar onu geniĢlemeye zorladığında hızlı bir Ģekilde düĢüĢ yaĢayacaktır. Öte taraftan, hiç savaĢmak ve geniĢlemek zorunda kalmasa bile, bu durumda yaĢanacak rehavetülkenin bölünmesine yol açabilecektir.

Makyavel böylece bir devletin sürekli savaĢmak zorunda olduğunu ima eder. O, siyaseti böylece bir problem ve kriz kaynağı olarak ele alır. Bu noktada yine Makyavel‟in yaĢadığı döneme bakmak gerekir. Bu dönem Ġtalya‟sında rakip devletler birbirlerini sürekli olarak ilhak etmektedirler. Böyle bir durumda da siyasetin baĢlı baĢına bir problem olarak ele alınmasına ĢaĢırmamak gerekir. Yani siyaset insanları doğru yola iletecek bir ilim değil baĢlı baĢına bir

14

Quentin Skinner, age, s. 19–20.

15 Machiavelli, Hükümdar, s. 6869. 16

(9)

problem kaynağıdır. Makyavel, bu karıĢık durumda devletin insanları ya okĢaması ya da ezmesi

gerektiğini ifade eder. Çünkü insanlar hafif yaraların intikamını alırlar ama yaralar iyileĢemeyecek kadar ağırsa bunu yapamazlar. Dolayısıyla birisine zarar vermek söz konusu olduğunda bu iĢ öyle bir Ģekilde yapılmalıdır ki artık onun intikamından korkmaya gerek kalmasın. Makyavel‟e göre, büyük insanlara ya hiç dokunmamalı, ya da dokununca onları yok etmelidir. Görüldüğü gibi

siyasetin ahlâkla hiçbir ilgisi yoktur.17 Burada Makyavel‟in prensibi elde edilecek karın zarardan

fazla olmasıdır. Burada Müslümanlardaki cihat anlayıĢı veya haçlılardaki haçlı seferlerini motive eden dini güdülerden eser yoktur. Tamamen maddi sebepler rol oynamaktadır. Mesele ülkenin geniĢlemesi ve güç elde edilmesidir.

Makyavel‟e göre fethetme arzusu hiç Ģüphesiz normal ve doğal bir Ģeydir. Siyasi geleneğin soydan gelme krallığı doğal, fetihleri Ģiddet saydığı hatırlanacak olursa Makyavel‟in bu tasnifi altüst ettiği net bir Ģekilde görülecektir. Makyavel, evvelce bir istisna olan ve hiç hoĢ karĢılanmayan komĢu devleti ele geçirme arzusunu bu Ģekilde sıradanlaĢtırıp, meĢrulaĢtırmaktadır. KomĢu devleti ele geçirmeye kalkıĢan kimse eğer gerekli imkânlara sahipse kınanmamalı, aksine övülmelidir. Ama bu güce sahip olmadığı halde yapmaya kalkıĢan kimse büyük bir hata iĢliyor demektir. Burada da mahkûm edilen ihtiras değil, baĢarısızlığa uğrayan ihtirastır.18

Makyavel, böylece baĢarıya götüren ihtirası övüp komĢuları fethetme isteğini de olağan bir istek olarak meĢrulaĢtırırken bir taraftan da çeĢitli yönetimlere sahip ülkeleri fethetme yollarını gösterir. Buna göre bilinen bütün hükümdarlıklar iki farklı biçimde yönetilmektedir. Bunlardan biri, Türk devletinde olduğu gibi hükümdar ile bir ihsan olarak yönetime dâhil edilmiĢ bulunan kulları tarafından yönetilen hükümdarlıklardır. Diğeri de, Fransa‟da olduğu gibi bir hükümdar ile mevkilerini onun lütfuyla değil de, eski bir soydan gelmeleri nedeniyle edinmiĢ olan ve her birinin kendi devleti, kendi tebaası bulunan baronlar tarafından yönetilen hükümdarlıklardır. Makyavel, Türk devletinin doğası gereği ele geçirilmesinin çok zor olduğunu fakat bir kere fethedildi mi, elde tutulmasının çok kolay olacağını vurgular. Bu imparatorluğu fethetmenin zorluğu, fethe kalkıĢanın

bu ülkedeki büyüklerden yardım alamamasından ve giriĢiminde hükümdarın çevresinden

bazılarının ayaklanarak kendisine yardım etmelerini bekleyememesinden kaynaklanır. Çünkü bu ülkede herkes eĢit derecede hükümdarın kuludur ve herkes servetini eĢit biçimde ona borçludur. Ayaklanacak olsalar bile halkı peĢlerinden sürükleyemezler, çünkü halk onları hükümdarın memurları olarak görmektedir ve herhangi bir Ģahsi bağlılık duymamaktadır. Ancak fetih baĢarılı bir Ģekilde tamamlanır ve hükümdar ordularını bir daha toplayamayacak duruma gelirse de, onun

soyundan baĢka korkacak bir Ģey yoktur. Makyavel, ikinci tür hükümdarlıklarda ise, birkaç baronu elde ederek ülkeye girmenin kolay olabileceğini belirtir. Çünkü burada, yeniliklere ve değiĢikliklere açık hoĢnutsuzlar her zaman bulunabilir ve bunlar ülkenin yollarını açıp zaferi kolaylaĢtırabilirler. Fakat daha sonra fethedilen bu yerlerde tutunmak çok zordur. Fatih hem kendisine fetih öncesi yardım edenlerden hem de ezmek zorunda kaldıklarından kaynaklanan güçlüklerle karĢılaĢır.19Birinci durumda fetih zor, daha sonrası kolayken; ikinci durumda ise fetih

kolay, daha sonrası zordur.

Makyavel, üçüncü bir devlet Ģekli olarak da kendi kanunlarıyla özgürce yaĢamaya alıĢmıĢ devletleri gösterir. Bu devletleri fethe kalkıĢacak olanlara da, fetihten sonra buralarda kalıp tutunabilmeleri için üç tavsiyede bulunur: Fethedilen yerleri tamamen yıkmak, fethedilen yerlere bizzat gidip yerleĢmek ve fethedilen yerlerdeki insanların kanunlarına hiç dokunmayıp, onları vergiye bağlamak ve itaat içinde kalmalarını sağlayacak az üyeli bir hükümet kurmak.20Görüldüğü

17 Machiavelli, Hükümdar, s. 79. 18

Machiavelli, Hükümdar, s. 88.

19 Age, s. 9295. 20

(10)

gibi Makyavel, bu yolla Ġtalya hükümdarına ülkenin birliğini sağlama konusunda tavsiyelerde bulunmaktadır.

Makyavel‟e göre bütün ülkelerde birbirine karĢıt iki eğilime rastlanır: Buna göre bir yanda büyüklerden emir almak ve baskı görmek istemeyen halk, öbür yanda da halka emretmek ve onu baskı altında tutup ezmek isteyen büyükler vardır. Makyavel tarihin, aynı yaĢadığı dönem Ġtalya‟sının olduğu gibi, insan ihtiraslarının savaĢ meydanı olduğunu düĢünür. Bu zıt eğilimleri belirterek de toplumların geliĢimini çeliĢkiye dayandırır. Bu durumda devlet, toplumda mevcut olan bu anlaĢmazlıktan doğmaktadır. Hükümdarlık, duruma bağlı olarak büyüklerin eseri olabileceği gibi halkın eseri de olabilir. Büyükler, halkın çok güçlendiğini ve ona karĢı koyamayacaklarını gördükleri zaman aralarından saygın birini seçip hükümdar yaparlar. Böylece kendi seçtikleri hükümdar sayesinde yine kendi isteklerini gerçekleĢtirirler. Aynı Ģekilde halk da büyüklerekarĢı koyamayacağını anlayınca bütün desteğini bir kiĢiye verir. Kendi desteğiyle iktidar olan bu kiĢi sayesinde kendini koruyabileceğinden onu hükümdar yapar. Yani devlet, kendini tehdit altında gören bir sınıfın baskı aracına dönüĢmüĢ olur. Makyavel, büyüklerin sayesinde hükümdar olan kiĢinin, yükseliĢini halka borçlu olan kiĢiye oranla mevkiini korumakta daha çok zorlanacağını belirtir. Çünkü birincisi, kendilerini onunla eĢit sayan insanlarla çevrilidir ve istediği gibi yönetemez. Hâlbuki ikincisi, egemenliğinde tek baĢınadır ve çevresindeki herkes ona itaat

edecektir.21 Ayrıca halkın amaçları büyüklerinkinden daha adilcedir. Büyüklerin isteği, baskı

yapmakken, halkın isteği baskıdan kurtulmaktır. Makyavel böylece Ġtalya‟nın birliğini sağlaması

muhtemel hükümdarına, halkın desteğini kazanması ve iktidarı böylece tesis etmesi konusunda da

yol göstermeye çalıĢır.

Görüldüğü üzere Makyavel‟in devlet anlayıĢında, belki de yaĢadığı 16. yy. Ġtalya‟sının bir yansıması olarak genel bir savaĢ ve çatıĢma havası hâkimdir. SavaĢ normal hayatın bir parçasıdır ve halk da hayatın içinde olduğundan devletin görevi halkı hayatın bir diğer parçası olan savaĢla yaĢamaya sevk etmektir.

Makyavel böyle düĢünmektedir fakat düĢüncelerini gerçekleĢtirecek güce sahip değildir

ve tek umudu iktidar sahiplerinin bu düĢünceleri benimsemesidir. Yani Makyavel‟in yaptığı

günümüz tabiriyle propaganda yapmaktır ve “propaganda sayesinde kazanılan dıĢında hiçbir zafer umudu yoktur. Makyavel‟in Hıristiyanlıktan devraldığı yegâne Ģey, propaganda idesiydi. Bu ide,

onun düĢüncesi ile Hıristiyanlık arasındaki tek bağdır.”22Aslında savaĢı sadece güç kazanmak için

böylesine yücelten birinin alçakgönüllülüğü öğütleyen Hıristiyanlıkla çatıĢması normal karĢılanmalıdır. Bununla birlikte, onun dinle çatıĢması kilisenin o dönem Ġtalyan siyasetinde oynadığı rolden de kaynaklanmaktadır. Kilise toprak sahibidir ve sahibi olduğu toprakları kötü yönetmekte fakat ayrıcalıklı konumunun keyfini sürmektedir. Her ne olursa olsun, eğer Makyavel silahsız Peygamber Ġsa‟yı taklit etmek istediyse bile, bu sadece istemesinden değil tamamen zorunluluktan olmuĢtur. Çünkü Makyavel Prens‟i yazdığı dönemde herhangi bir güce sahip değildir. O, yeni bir paradigma kurmaya çalıĢmakta ve değiĢimi sağlayacak olan yöneticilerde

kanaat oluĢturmaya çalıĢmaktadır. Çünkü Ġtalya‟nın kurtuluĢu bu kanaat değiĢimine bağlıdır.

2.Kınalızâdeve Makyavel’e göre Hükümdarın Özellikleri ve Görevleri

a. Kınalızâde’ye göre Hükümdarın Özellikleri ve Görevleri

Hükümdarın öncelikli amacı Allah‟ın ahlâkı ile ahlâklanmak ve bunun neticesi olan saadeti elde etmektir.23Hükümdar bir insandır ve Allah‟ın kulu olması hasebiyle Allah‟a karĢı olan

sorumluluklarını yerine getirmelidir. Bu sorumluluklardan en önemlisi de adaletle hükmetmektir.

21

Age, s. 135–136.

22 Leo Strauss, Politika Felsefesi Nedir?, Ġstanbul 2000, s. 82. 23Hüseyin Öztürk,

(11)

Kınalızâde‟ye göre en büyük siyaset Ģeriattır ve Ģeriatı gerçekleĢtirecek araçlardan biri de hükümdar ya da padiĢahtır. Hükümdar olmadan da toplumda siyasetin uygulanması mümkün değildir. O toplumda adaleti tesis eden kiĢidir. Devletten anlaĢılan Medine-i Fazıla‟nın müdebbiri, yani devletteki sorunlara çareler arayıp önlem alan kiĢisi, imam-ı Hakk ve halife-i mutlak olan

hükümdardır.24

Ahlâk-ı Alâi‟nin yazarı, hükümdarı „adil-i natık‟ yani „konuĢan adalet‟ olarak da tanımlar.

Çünkü „susan adalet‟ olarak tanımladığı para, toplumda zanaatlar arasındaki iĢ bölümü ve alıĢveriĢte adaleti sağlamak için gerekliyken bazen adaleti sağlamada yeterli olmayabilir. Bu durumda anlaĢmazlığı ortadan kaldıracak, zayıfı güçlendirip güçlüyü zayıflatacak olan, „konuĢan adalet‟ olarak adlandırılan padiĢahtır. PadiĢah her türlü müdahalesinde itidalli olmalıdır. PadiĢah itidalle hükmediyorsa memleket sağlıklı, itidalle hükmetmiyorsa sağlıklı değildir. PadiĢah, tahta çıktığında memleket sağlıklı değilse bir doktor gibi davranıp memleketi sağlığına kavuĢturacak

tedbirleri uygulamalıdır.25 Kınalızâde‟nin padiĢaha zayıfı güçlendirip güçlüyü zayıflatmasını

tavsiye etmesi aynı Ģekilde Makyavel‟de de görülür. Bunun sebebi her iki düĢünürün de hükümdarın ülkeyi iyi yönetip, güçlü bir duruma getirebilmesi için, etrafında kendisine müdahale edebilecek kiĢilerin bulunmaması gerektiğini düĢünmeleridir. Çünkü bu nüfuzlu kiĢiler bazen kendi çıkarlarını ülkenin çıkarlarının önüne geçirebilirler. Hükümdarın böyle bir durumda kalması otoritesinin zayıflamasına ve ülkede karıĢıklıklara neden olur.

Genel olarak Ġslam hukukçularının devlet ve devlet yönetimiyle ilgili tezlerinde, hükümdarın vasıfları hep detaylı bir Ģekilde incelene gelmiĢtir. Bunun sebebi, Müslüman hukukçuların Kuran‟da nizamın mevcudiyetini koruyup kollamakla görevlendirilen hükümdarın, Kuran‟da iĢaret olunan otorite ile donatılan dürüst ve erdemli kiĢi olup olmadığını araĢtırma gayeleridir. ġerif Mardin bu durumu,

“Fiili bir hükümdarın Kuran‟da iĢaret olunan otorite ile donatılan insan olup olmadığını araĢtırmak için, hükümdarın kutsal kitap tarafından kastedilen dürüst kiĢi olduğunu gösteren iĢaretlerin çok iyi incelenmesi gerekir. Ġslam hukukçularının devletle ilgili tezlerinde, hükümdarın vasıflarının sayılmasının böyle önemli bir rol oynaması bu yüzdendir.”26

diyerek açıklamaktadır. ġerif Mardin, Ġslam hukukçularının bu davranıĢını “tohum halinde bir direnme teorisi yönünde ürkek bir adım olan meĢruiyeti ölçme metodu”27

olarak nitelemektedir.

Ġslam hukukçuları tarafından geliĢtirilen bu „direnme teorisi‟ bir anlamda ehil olmayan ve

onaylanmamıĢ sayılan bir otoritenin icrasına karĢı çıkma imkânı sağlamaktadır. Kınalızâde‟de de bir Ġslam hukukçusudur ve ona göre hükümdarda olması gereken özellikler Ģunlardır:

Birincisi yüksek gayrettir. Hükümdar halkın mutluluğunu sağlamak ve Ġslamı yüceltmek için yüksek gayret göstermelidir.28

Ġkincisi görüĢ ve düĢüncede isabet ettirmektir. Kınalızâde‟ye göre bu özellik iki nesneyle hâsıl olur. Öncelikle zeki ve akıllı yaratılmıĢ olmak ki bunu Allah dilediğine verir. Ġkinci olarak da padiĢah tecrübeli olmalıdır.29

24Kınalızâde Ali Çelebi, Ahlâk

-ı Alâi, Hazırlayan: Mustafa Koç, Ġstanbul 2007, s. 461.

25AyĢe Sıdıka Oktay,

age, s. 490.

26ġerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, Ġstanbul 1998, s. 109. 27

Age, s. 106.

28Kınalızâde Ali Çelebi, age, s. 463. 29

(12)

Üçüncüsü azim ve kararlılıktır. Hükümdar bir karar verip gerekenleri yaptıktan sonra bu iĢ tamamlanıncaya kadar vazgeçmemelidir.30

Dördüncüsü büyük ve Ģiddetli olaylara sabır ve tahammül göstermektir. Sabır

ve tahammül bütün insanlara gerekli olan bir haslet olmakla beraber padiĢahlar için

özellikle gereklidir. Aksi durumda, devlete, millete ve dine zarar gelir.31

BeĢincisi zenginliktir. Halkın malına tamah etmemesi için padiĢahların zengin olmaları gerekir. PadiĢah devlet malını harcarken itidalli olmalı, çok cimrilikten ve çok savurganlıktan imtina etmelidir.32

Altıncısı, uygun askerlerin ve kendisine bağlı insanların olmasıdır. Halkın ve askerlerin padiĢaha kemal üzere itaat etmesi gerekir. Bunların itaat etmemeleri ya da

muhalefet etmeleri, yine askerlerin ve halkın zararına olacak Ģekilde, düzenin bozulmasına sebep olur.33

Yedinci özellik de nesebdir. Ġnsanlar yaratılıĢları gereği kendilerine benzeyenlerin emir ve yasaklarına uymaktan imtina ederler ve bu sebeple kargaĢa çıkar. Oysa baba ve dedeleri saltanatlarıyla tanınan ve halkın kendilerine itaat ede geldiği Ģerefli bir soydan gelen bir kiĢinin yönetiminde fitne ve inat görülmez.34

Bu noktada özellikle belirtmek gerekir ki padiĢahlarda olması gereken özelliklerden

sadece bir tanesi askerlikle ilgilidir. Kınalızâde, Makyavel gibi sürekli askerliği ön plana çıkarmaz.

Çünkü Osmanlı devletinde askerlerin bağlılığı ve itaati konusunda, o dönem Ġtalya‟sında yaĢanan sorunlar yoktur. 16. yüzyıl Avrupa‟sında, Osmanlı kapıkulu ocakları düzenli ordunun en iyi örneği sayılmaktayken, Ġtalya‟nın askeri alandaki güçsüzlüğü birçok soruna sebep olmaktadır. Asker toplamanın zorluğu bir yana, toplanan askerlerin disiplinsizliği baĢlı baĢına bir problem teĢkil etmekte, iaĢe düzeninin bozukluğu ise geçilen kasaba ve Ģehirlerin yağmalanmasıyla sonuçlanmaktadır.

Kınalızâde, devlet baĢkanının görevinin devleti yönetmek olduğunu vurgular ve bu yönetimin nasılolacağını adalet ve itidalin belirleyeceğini ifade eder. Dolayısıyla devlet baĢkanının toplumda itidali sağlamak ve adaleti temin etmek gibi iki büyük görevi vardır. Bu görevleri çerçevesinde devlet baĢkanı toplumdaki insanları kaynaĢtırmalı ve aralarındaki düzeni sağlamalıdır.

Kınalızâde, toplumların aynı insanlarda bulunan mizaç gibi mizaçları olduğunu ve bu mizacın itidali bozulursa yine insanlar gibi toplumların da hastalanacağını söyler. Doktorların görevi insanın mizacını tekrar itidale döndürüp onu sağlığına kavuĢturmak, devlet baĢkanının görevi de toplumun mizacını itidal üzre tutmaktır. Devletler-Osmanlı örneğinde olduğu gibi-farklı

milletler ve topluluklardan meydana gelmiĢtir. Devlet baĢkanı bunları kaynaĢtırmalı, böylelikle ülkenin mizacını itidalde tutmalıdır. Hükümdar bütün bu iĢleri nasıl yapacağını, ülkenin itidal durumu bozulmuĢsa ne tür tedbirler alması gerektiğini, yani saltanat tabipliğini bilmelidir. Böylece kararlılıkla saltanat bilgisi amele çevrilmeli ve memlekette itidal tesis edilmelidir.

Kınalızâde, devlet baĢkanını toplumda düzeni sağlayacak araçlardan biri olarak göstermiĢ, diğer iki araç olarak da ilahi kanunu ve parayı saymıĢtır. Buna göre ilahi kanunun toplumda uygulanması görevi ve paranın idaresi devlet baĢkanına verilmiĢtir. Yani hükümdar, toplumda adalet ve itidali sağlamakla mükelleftir. Kınalızâdebu düĢüncesini de dine dayandırır ve

30

Age, s. 468.

31 Age, s. 472. 32

Age, s. 472–473.

33 Age, s. 473. 34

(13)

dünyada ilahi kanunlara göre amel eden devlet baĢkanlarının yeryüzünde Allah‟ın halifesi olacağını, ahrette de kıyamet Ģiddetinden kurtulacağını ifade edip, adaletin sağlanabilmesi için üç Ģartın yerine getirilmesi gerektiğini belirtir. Ġlk olarak devlet baĢkanı bütün halkını eĢit tutmalıdır. Ġkinci olarak toplumda eĢitliği sağladıktan sonra ülkeye genel olarak bakmalı, insanlara

kabiliyetlerine göre davranmalıdır. Son olarak da hayır ve yardım konusunda herkesin hakkına

uygun hareket etmelidir. Birinci Ģart hükümdarın ülkedeki herkesin kendi iĢini yapmasını sağlaması, bazı mesleklerin sayısının artmasına veya öne çıkmasına müsaade etmemesiyle

gerçekleĢir. Böylece herkes kendi iĢini yapar ve toplumda düzen kurulur. Ġkinci Ģart, hükümdarın

gerçek âlimlerle çalıĢmasıyla gerçekleĢir. Ayrıca hükümdar kötülük yapan insanları uyarıp ceza almaları gerekiyorsa ceza vermekten çekinmemelidir. Son Ģart da devlet baĢkanının hayır ve yardımları dağıtırken eksik veya fazla vererek zulüm iĢlememesi, rüĢvet ve iltimasla insanları hak etmedikleri yerlere getirmemesiyle gerçekleĢmiĢ olur. Buna göre devlet baĢkanı hak etmeyen kiĢilere mal ve makam bağıĢlamamak için çok dikkatli olmalıdır. Aksi takdirde ülkenin düzeni bozulur. Bunlara ek olarak, düzenin sağlanması için devlet baĢkanının halkın ihtiyaçlarından ve sıkıntılarından haberdar olması gerekir.35 Bu konuda da gereken tedbirler alınmalı, ya belli

günlerde halkın istekleri dinlenmeli ya da halkın içine karıĢıp haber getirecek haberciler tutulmalıdır.

Ahlâk-ı Alâi‟nin yazarı hükümdarlara devletlerini koruyabilmeleri için düĢmanlarından

haberdar olmalarını tavsiye eder ve birçok padiĢahın bu konudaki ihmalinden ötürü tahtını kaybettiğini belirtir. Hükümdarlar düĢmanlarının gizli fikirlerini ve planlarını bilmeli, fakat kendi fikirlerini ve planlarını saklamalıdır. DüĢmanı sayısının azlığından dolayı küçük görmemeli ve gurura kapılmamalıdır. Gerekli olmadıkça savaĢmamak gurura kapılmamanın göstergesidir. Kınalızâde savaĢmak zorunda kalındığında niyetin çok önemli olduğunu vurgular ve her zaman halis niyetle davranılması gerektiğini ifade eder. Yani hükümdarın amacı memleketini geniĢletmek, mal ve esir almak olmamalıdır. Allah‟ın lafzını ve dinini yüceltmek, kâfirleri uzaklaĢtırmak olmalıdır. Bununla birlikte, Müslüman padiĢahlar kâfir memleketlerini fethedecek bir fırsat bulduklarında ihmal etmemeli ve yine Allah‟ın dinini yüceltmek niyetiyle buraları fethetmelidirler. Özellikle bu ülkeler daha evvel Dar‟ül Ġslam idiyse fetih için acele etmelidir. Kınalızâde bu

noktada devlet baĢkanına pratik tavsiyelerde de bulunur ve askerler arasında ayrılık varsa kesinlikle savaĢa girmemesini, bu durumda iki düĢman arasında kalmıĢ gibi olacağını söyler. Devlet baĢkanı ayrıca düĢmanın saldırısı karĢısında yenileceğini anlarsa gereksiz yere gurura kapılmamalı, barıĢ istemelidir. DüĢman bu teklifi kabul etmezse gurura kapılmıĢ demektir ve gurura kapılanın yenilmesi uzak değildir. PadiĢahın kendisi savaĢ meydanında savaĢmamalıdır. Çünkü padiĢah Ģehit olsa ya da esir düĢse ordu dağılır, hâlbuki askerlerin yarısı savaĢ meydanında Ģehit olsa bile yine de galip gelme ihtimali olacaktır. PadiĢahlar cesaretlerini, savaĢ meydanında askerleri hücum

ettirmekte göstermeli, savaĢ meydanında askerden önce kaçmaya meyilli olmayan bir yerde bulunmalıdır.36

Kınalızâde‟ye göre, harpte hile caiz fakat zulüm haramdır. Hileyle düĢmanı yenmek mümkünken gereksiz yere savaĢılmamalıdır. Kınalızâde, zulmü bir hükümdarın baĢka bir hükümdarı veya topluluğu bağıĢladığı halde aniden baskın yaparak öldürmesi olarak tanımlar. Fakat padiĢah, anlaĢma yaptığı bir kiĢiye veya bir kâfire anlaĢmayı bozduğunu söyleyebilir. Hatta ona göre böyle bir anlaĢmayı bozmak daha uygundur. Çünkü Müslüman bir hükümdarın kâfirlerle tam bir zaruret olmadığı halde anlaĢması caiz değildir. Buna göre zaruret ortadan kalktığında anlaĢma bozulmalıdır. Hükümdarların önemli bir görevi de askerleri ödüllendirmektir. Kınalızâde

burada da pratik tavsiyelerde bulunur ve hükümdarlara askerlerini özellikle savaĢ zamanlarında

35AyĢe Sıdıka Oktay, age, s. 499501. 36

(14)

ödüllendirmelerini salık verir. Buna göre bazı insanların dünya nimetlerini ahiret sevabından daha çok istedikleri unutulmamalı, bu yüzden de savaĢ sonunda askerler ganimetten mahrum

bırakılmamalıdır. Aksi takdirde orduda bozulmalar baĢ gösterebilir. Ayrıca düzensizliklere karĢı tedbir olarak fetih tamamlanmadan yağmaya baĢlamak kesin olarak yasaklanmalıdır. Galibiyetin sonunda yağma ve öldürmede aĢırıya gidilmemeli, fethedilen ülke halkının nefreti kazanılmamalıdır. Bir padiĢah bir yeri fethettikten sonra katliam yapmamalı, kudret nimetine Ģükredip, ahaliyi affetmelidir.37

Kınalızâde, halka merhametli davranmak gerektiğini belirtirken, asilere ve isyanlarında inat gösterenlere karĢı ise son derece Ģiddetli olmak gerektiğini vurgular. Timur‟un kendi görüĢüne nazik bir üslupla muhalefet eden emirlerinden birini aĢağıladığını, Yavuz Sultan Selim‟in kendisine karĢı çıkan bir komutanı sözünü bitirmeden boynunu vurdurduğunu, Selçuklu sultanı Alaaddin Keykavus‟un fesat kaynağı olan üç komutanını bir gecede öldürttüğünü övgüyle anlatır. Ona göre bu padiĢahların böyle davranmaları kararlı olduklarının ve kudretlerinin bir göstergesidir ve ayrıca görevleridir. Bununla birlikte Kınalızâde, sultanların insanlara iyiyi emredip, kötüyü yasaklarken Ģiddet uygulamalarının dinen caiz olmadığını da söyler. Buna delil olarak da Allah‟ın (c.c), Hz. Musa ve Hz. Harun‟a (a.s.) isyancı Firavun‟a tebliğde bulunurken “Ona yumuĢak söz söyleyin.”

ayetini gösterir.38

Kınalızâde‟nin meselesi, devlet-i ebed müddet olarak algıladığı Osmanlı devletinin

bekasıdır ve bunun için padiĢaha zaten iĢlemekte olan bir düzende takip etmesi gereken yolları göstermektedir.

b. Makyavel’e Göre Hükümdarın Özellikleri veGörevleri

Makyavel, hükümdarın özellikleri ve görevlerinden bahsederken barıĢtan üstün hiçbir Ģey olmadığını iddia eden geleneksel siyasi literatürü de eleĢtirmektedir. Ona göre, bir hükümdar için savaĢ ve onunla ilgili kurum ve kurallar bütün düĢünce ve dikkatini üzerinde toplaması gereken tek konudur. SavaĢ sanatını hor görmek yıkıma, onu iyi kullanmaksa iktidara götürür. Hükümdarlar askerlik sanatını ihmal ettikleri ölçüde dost ve düĢmanları tarafından küçümsenecekler, bu yüzden kaçınmaları gereken pek çok durumla karĢılaĢacaklardır. Dolayısıyla hükümdarlar, savaĢ sanatına çok önem vermeli, özellikle de barıĢ zamanında hem bedenine hem de ruhuna idman yaptırarak bu sanatla meĢgul olmalıdırlar. Makyavel bu noktada pratik tavsiyelerde bulunur ve hükümdara, beden

idmanı için birliklerine manevralar yaptırıp, bol bol ava çıkmasını salık verir. Av, ona yorgunluğa karĢı direnme gücü kazandırır ve ülkenin coğrafyasını iyice öğretir. Zihin idmanı için de, hükümdar tarihçileri okuyup tarihi olaylardan ders çıkarmalıdır. Ayrıca ünlü kiĢilerin giriĢtikleri iĢler üzerinde düĢünmeli, zaferlerinin ve yenilgilerinin sebeplerini incelemelidir.39

Makyavel de Kınalızâde gibi hükümdarlara tarih kitaplarını okumalarını tavsiye eder.

Fakat onun amacı Kınalızâde‟de olduğu gibi hükümdarın halkını barıĢ içinde yaĢatmasını sağlamak değil, aksine onun halkını sokacağı savaĢlarda baĢarılı olmasına yardımcı olmaktır. Yani tarih kitapları halkı huzur içinde yaĢatmak için değil savaĢ için okunmalıdır. Bu durum da yine Makyavel‟in içine doğduğu Ġtalya‟nın Ģartlarıyla açıklanabilir. Makyavel‟in asıl meselesi Ġtalya‟nın birliğinin sağlanması ve güçlü bir duruma gelmesidir. Bu da ancak savaĢ yoluyla mümkündür. Belki bundan sonra halkı refah içinde yaĢatmak düĢünülebilir. Kınalızâde ise zaten çok güçlü olan

Osmanlı‟nın vatandaĢıdır ve Makyavel‟in sorunu Osmanlı‟da çoktan çözülmüĢ, halkın refahı ve huzuru öne çıkmıĢtır.

37AyĢe Sıdıka Oktay,

age, s. 506–507.

38 Age, s. 517. 39

(15)

Makyavel, bir hükümdarın gerek tebaasına gerekse dostlarına karĢı nasıl bir tutum ve davranıĢ içinde olması gerektiğini incelerken, bunu kendi zamanına gelinceye kadar izlenmiĢ yolun dıĢına çıkarak yapacağını ifade eder. Yani hem antik düĢünceye hem de kilise babalarından kaynaklanan geleneğe getirdiği yeniliğin bilincindedir. Kendisini okuyacak olanlar için yararlı Ģeyler yapmakistediğini, bu yüzden de bir takım spekülasyonlara giriĢmektense eĢyanın realitesine bağlı kalmanın daha iyi olacağını belirtir. Böylece içinde yaĢadığı 16. yüzyıl Ġtalya‟sının Ģartlarına göre davranmanın gerekliliğini vurgular. Makyavel‟e göre, realite ile idealler birbirinden o kadar

farklıdır ki, sadece idealleri incelemekle vakit kaybeden kiĢi varlığını muhafaza edip güçlenmekten çok onu yok etmiĢ olur. Aynı Ģekilde, her zaman iyi insan olarak görünmek isteyen kimse de bunca kötü insanın arasında yok olmaktan kurtulamaz. Dolayısıyla, saltanatını korumak isteyen bir hükümdar her zaman iyi olmamalı, gerektiği zaman iyi, gerektiği zaman da kötü olmayı öğrenmelidir.40Burada mesele iyi ya da kötü olmak değil, saltanatı korumaktır.

Makyavel, hükümdarın özellikleriyle ilgili olarak cömertlik ve cimrilik hakkında tavsiyede bulunurken, cömertliğin bir hükümdar için pek de iyi bir özellik olmayacağını vurgular. Aslında cömertlik kendi kendini yiyip bitirir, çünkü eğer bir hükümdar cömertliğiyle ün salmak

isterse hiçbir harcamadan kaçınmayacak ve bu harcamaları uğrunda devletin hazinesini

tüketecektir. Devlet hazinesi tükendikten sonra da cömertlik unvanını koruyabilmek için halka fazladan vergiler koymaya baĢlayacak, bu yüzden de bir süre sonra nefret edilen bir hükümdar durumuna düĢecektir. Oysa bir hükümdar için en tehlikeli durumlardan biridir bu. Dolayısıyla basiretli bir hükümdar cömertliğe önem vermemeli, adının cimriye çıkmasına hiç aldırıĢ etmemelidir. Çünkü büyük ihsanlarda bulunmadığı küçük bir azınlık tarafından cimrilikle suçlanırken hazinesini dolduracak ve gerek savaĢ zamanında gerekse çok para gerektiren diğer iĢlerinde halka ek vergiler koymayıp zamanla cömert bir hükümdar olarak tanınmaya baĢlayacaktır. Buradaki cimrilik nitelemesi, hükümdarın saltanatını sürdürmesini sağlayan kötü niteliklerden olduğu için problem teĢkil etmez.41 Aslında Makyavel için kaçınılması gereken tek Ģey „nefret

edilen kiĢi‟ olma tehlikesidir.

Hükümdarın diğer özelliklerinden zalim ya da merhametli olmasına dair olarak da

Makyavel, onun sert tedbirler alınması gerekirken merhametli davranmasının büyük zararlara

sebep olacağını belirtir. Halkı birlik ve düzen içinde tutmak için hükümdarın sert tedbirler almaktan çekinmemesi, zalimlikle suçlanmaktan korkmaması gerekir. Alınan sert tedbirler az sayıda kiĢinin ölümüne sebep olurken, düzensizlikler çok sayıda kiĢinin ölümüne sebep olacak, bu durumda da sert tedbirlere baĢvuran hükümdar, merhametli davranıp kargaĢanın çıkmasına göz yuman hükümdardan daha merhametli tanınacaktır. Halk tarafından hem sevilmek hem de korkulmak zordur fakat bunlardan birinin tercih edilmesi gerekiyorsa da korkulan bir hükümdar olmak daha güvenlidir. Çünkü sevgi konusunda halk aktif ve istediği zaman sevmekten vazgeçebilecek durumdayken, korku hükümdarın aĢıladığı ve daha rahat kontrol edebildiği, halkın pasif konumda olduğu bir duygudur. Dolayısıyla, basiretli bir hükümdar baĢkasına bağlı olan bir Ģeye güvenmektense kendine bağlı olan Ģeye güvenmelidir. Ancak, halkının sevgisini hiç kazanmasa

bile kinini de kazanmamaya son derece dikkat etmelidir. Bunu da halkının malına, mülküne ya da

karılarına el uzatmayarak rahatlıkla baĢarabilir. Burada söz konusu olan, hükümdarın Ģiddeti tebaası için tahammül sınırları içinde tutmasıdır. Çünkü tahammül sınırlarını aĢan Ģiddet karĢı etkiler doğurur ve hükümdara karĢı giriĢilen komplolar, kendisine karĢı duyulan kinden kaynaklanır.42

40

Machiavelli, Hükümdar, s. 178.

41 Age, s. 181183. 42

(16)

Ahlâkla ilgili bütün sorunlarda merkezi bir yer tutmuĢ olan yalan konusuyla ilgili olarak Makyavel, „Hükümdarlar sözlerini nasıl tutmalıdır?‟ diye bir soru yöneltir. Bu soruya, sözüne sadık olmanın övgüye layık bir davranıĢ olduğunu söyleyerek cevap verir. Ancak yaĢadığı dönemde önemli iĢler baĢaran hükümdarların, sözlerine sadık davranmaya pek değer vermeyen ve amaçlarına ulaĢmak için hileye baĢvurmaktan çekinmeyen kiĢiler olduğunu ekler. Sonuçta da bu hükümdarların sözüne sadık olan hükümdarlara üstün geldiklerinin tecrübeyle sabit olduğunu belirtir. Makyavel‟e göre ya yasalarla ya da kuvvetle savaĢılabilir; yasalarla savaĢmak insanlara,

kuvvetle savaĢmak ise hayvanlara özgüdür. Bu durumda bir hükümdar bazen insan bazen de

hayvan gibi davranmak zorundadır. Hayvan olarak hareket ederken hem tilki gibi olup tuzakları fark etmeli, hem de aslan gibi olup kurtları korkutmalıdır. Makyavel bu noktada antikçağ yazarlarının da, hükümdarların at bedenli, insan kafalı efsanevi bir yaratık tarafından yetiĢtirildiğini anlattıklarını söyler ve kendi fikrini antikçağdan referans göstererek destekler. Buradan çıkan kurala göre, akıllı bir hükümdar kendisini söz vermeye iten nedenler ortadan kalktığında ve sözünü yerine getirdiği takdirde zarara uğrayacağını gördüğünde sözünü yerine getirmemelidir. Zaten insanlar, nankör, kaypak ve kötüdürler, tehlikeler uzaktayken sizin için savaĢmaya hazırken tehlike yaklaĢtığında sözlerini hemen unuturlar. Bu yüzden hükümdarın sözünü tutmamasında bir sakınca yoktur. Fakat hükümdarın burada dikkat etmesi gereken nokta, tilki doğasını ve olduğundan farklı görünerek gerçek düĢüncelerini saklayabilmesidir. ġunu da belirtmek gerekir ki Makyavel,

hükümdara tamamen ahlâksız olmasını da öğütlemez. Hükümdarın insaniyetli, dindar ve

merhametli olması iyidir, fakat o gerektiğinde bunların tam tersi nitelikleri de gösterebilmeli, iyiliğinin esiri olmamalıdır.43

Bu tavır tabii ki özü sözü bir olmak vazifesinin her Ģart altında geçerliliğini koruması gerektiğini savunan ahlâki görüĢe taban tabana zıttır. Ancak, Makyavel‟in de

böyle bir kaygısı yoktur.

Makyavel tamamen pratik bir düĢünürdür ve yaĢadığı dönemin sorunlarına çare bulmaya çalıĢmaktadır. Bunu da insanın özü ve sözünün bir olmasının övgüye layık olduğunu, ancak yaĢadığı dönemde böyle davranmayan hükümdarların daha baĢarılı olup ülkelerini refaha kavuĢturduğunu söyleyerek ifade etmektedir. Ayrıca bu kuralın genel geçer bir kural olduğunu

iddia etmemekte, sadece Ġtalya için mi yoksa her yer için mi geçerli olduğunu söylememektedir. Yine o dönem Ġtalya‟sı ve sık değiĢen iktidarları düĢünüldüğünde Makyavel‟in böyle düĢünmesinin sebepleri anlaĢılabilir. Ona göre hükümdar talihin Ģartlarınagöre hareket edebilecek esnek bir zihne sahip olmalı ve gerektiğinde her türlü kötülüğü yapmayı bilmelidir. Sonuçta iktidarını ve devletini korumayı baĢarabilirse herkes tarafından takdir edilecektir.

Makyavel genel itibarıyla talihe çok önem verir fakat hükümdarlara basiretli olmalarını ve kaderlerini talihin akıĢına bırakmamalarını tavsiye eder. Talihin, insanların eylemlerinin yarısına hükmedebildiğini, aĢağı yukarı diğer yarısını ise insanların kendi iktidarına bıraktığını düĢünür. Böylece, insanda hiçbir inisiyatifi kabul etmeyen katı bir determinizm fikrini reddeder. O, talihi azgın bir nehre benzetir ve selin önünde durmanın mümkün olmadığı, fakat sel geçtikten sonra bentler kurup setler inĢa ederek bir dahaki sefere selin zararlarından kurtulmanın mümkün olduğu gibi, talihin aleyhimize döndüğü zamanlarda uğrayabileceğimiz zararlardan kurtulmanın da mümkün olduğunu ifade eder. Çünkü talih de gücünü özellikle kendisine karĢı hiçbir hazırlık yapılmayan yerlerde çok daha sert bir Ģekilde gösterir. Bu yüzden her Ģeyiyle talihe dayanan ve hiçbir önlem almayan hükümdarlar, talihin değiĢmesiyle birlikte çökerler. Fakat gerekli tedbirleri alırlar ve karakterlerini, hareket tarzlarını zamana ve Ģartlara göre değiĢtirebilirlerse talih onlar için hiçbir zaman değiĢmez. Yani örnek bir hükümdar tipi yoktur. Makyavel, Ġtalya‟yı talih karĢısında setsiz ve bentsiz, hiçbir savunması olmayan geniĢ bir kırsal alana benzetir. Ġtalya böylesine savunmasız olduğu için birliğini kuramamakta ve her zaman büyük değiĢikliklerin sahnesi

43

(17)

olmaktadır.44 Makyavel tarafından bu Ģekilde azgın bir nehre benzetilen talih, hükümdarlara yine

de çeĢitli Ģekillerde Ģans verir ve bu Ģans da iyi bir Ģekilde değerlendirilmelidir.

Makyavel, hükümdara cevval ve acar olmasını da tavsiye eder. Prens‟in „Hükümdar, iyi ün kazanmak için nasıl davranmalıdır‟ baĢlıklı bölümünde, hükümdarlara iyi ün kazanmak için büyük iĢlere giriĢmelerini ve yaptıkları iĢlerle eĢine az rastlanır örnekler vermelerini öğütler. Hiç aralıksız büyük hedefler ortaya konmalı, bunları gerçekleĢtirmeye çalıĢırken halkın zihni meĢgul edilmeli ve sürekli hayranlık içinde tutulmalıdır. Hükümdar, fırsat buldukça olağandıĢı ve üzerinde çok konuĢulacak davranıĢlarda bulunmalı, insanları cezalandırırken veya ödüllendirirken sıra dıĢı yöntemler kullanmalıdır, böylece kendini sıradan insanlardan farklı göstermelidir.45

Makyavel,

burada da daha evvel üzerinde çokça durduğu hükümdarın imajına vurgu yapmaktadır.

Makyavel, hükümdarın en önemli görevlerinden birinin bakanlarını seçmek olduğunu söyler. Hükümdarın iyi olmasının etrafındaki bakanlarına bağlı olmadığını, tam tersine hükümdarın etrafındaki bakanların iyi olmasının hükümdarın iyi olmasına bağlı olduğunu belirtir. Hatta bir hükümdarı değerlendirmek için öncelikle çevresindeki bakanlarınave danıĢmanlarına bakılmalıdır. Yani hükümdarı iyi hükümdar yapan çevresindeki bakanları değildir; iyi hükümdarlar çevrelerine iyi bakanlar toplarlar. Ġyi bir hükümdar çevresindeki bakanlarının ve danıĢmanlarının kendi çıkarlarını mı yoksa devletin ve hükümdarın çıkarlarını mı gözettiklerine bakmalı, kendi çıkarlarını üstün tutanları çevresinden uzaklaĢtırmalıdır. Öte yandan hükümdar da bakanlarının ve danıĢmanlarının sadakatini kazanmak istiyorsa onlara gereken itibarı göstermeli, onların

servetlerini arttırmalı ve kendine minnettar bırakmalıdır. Böylece, hükümdarın çevresindekiler her

türlü ifsada karĢı dayanıklı olacak ve üzerlerine düĢen görevleri layıkıyla yapacaklardır.46

Bunun

aksi durumunda zaten hükümdar için iktidarını kaybetmekten baĢka Ģans yoktur.

Makyavel‟e göre, Ġtalya‟nın içinde bulunduğu kötü durum Prens’te ileri sürülen tezlerin doğruluğunu kanıtlar niteliktedir. Ġtalyan hükümdarlar Makyavel‟in tavsiyelerine uygun hareket etmediği için Ġtalya birliğini sağlayamamıĢtır ve Ġtalya‟yı kurtarmak isteyen bir hükümdar bu tavsiyelere uymalıdır. Makyavel bu kötü duruma rağmen umudunu kaybetmez. Prens, Ġtalya‟nın kurtuluĢu ve birliği için yazılmıĢ bir manifestodur ve böyle bir manifesto yazmak umudunu kaybetmiĢ bir insanın iĢi olamaz.

Makyavel, kitabını atfettiği Lorenzo de Medici‟ye hitaben Ġtalya‟nın içinde bulunduğu durumda bütün umutlarını bu aileye bağladığını vurgular. Medici ailesinin soydan gelme hasletleri, talihi, Tanrı‟nın ve tahtında oturmakta olduğu kilisenin lutfuyla bu kurtuluĢu sağlayabilecek

nitelikte olduğunu ifade eder. Bu noktada Makyavel‟in “Makyavelce” davranarak Lorenzo de Medici‟nin yeteneğine inanmadığı ve onunla alay ettiği söylenebilir. Çünkü Floransa‟nın tarihinde Medici ailesine mensup yeteneksiz yöneticiler de bulunmaktadır. Ayrıca Prens’in II. bölümü soydan gelme monarĢilerin zayıflığından bahsetmektedir. Bir ailenin talihinin her zaman iyi olacağı da söylenemez, çünkü talih değiĢkendir. Bunlara ilaveten Makyavel, kiliseyi Ġtalya‟nın birliğini sağlamasının önündeki en büyük engel olarak görmektedir.47 Yine bu noktada, Makyavel‟in bu

Ģekilde davranarak ve Prens‟i II. Lorenzo de Medici‟ye adayarak yönetici erke „ben sizin sadık kulunuzum‟ mesajı vermeye çalıĢtığı ve yönetici erkin dikkatini çekerek tekrar kamu görevine dönmek istediği de ileri sürülebilir.48 Fakat böyle bile olsa, bunu

Prens‟te ifade ettiği öğretilere uygun olarak Ġtalya‟nın birleĢtirilmesini sağlamak için istemekte olduğu da aĢikârdır.

44

Machiavelli, Hükümdar, s. 245–249.

45 Machiavelli, Hükümdar, s. 226228. 46

Age, s. 234–236.

47 Machiavelli, Hükümdar, s. 254. 48

Referências

Documentos relacionados

Mevlâna ve Kierkegaard, birey ve Tanrı arasındaki ilişkiyi rasyonel bir zeminde değil, Tanrı‟nın insana, insanın Tanrı‟ya yönelimi doğrultusunda, daha çok

Ġzmir gazeteleri , Türk Harf Ġnkılâbı ve Millet Mektepleriyle ilgili olmak üzere yalnızca Ġzmir’deki geliĢmeleri vermekle yetinmemiĢ, zaman zaman Ġstanbul, Konya

yapısı, görselliğin ön planda olduğu bu sahada çok daha somut bir biçimde algılanabilir.. postmodern mimaride kubbelerle gökdelenler aynı binanın unsurları

Hasan KÖKSAL, Battalnâmelerde Tip ve Motif Yap ı s ı , Kültür ve Turizm Bakanl ığı yay., Ankara 1984; Necati DEM İ R, Dâni ş mend-nâme, Part One, (Critical Edition),

Bu ekilde planlanan 20 saatlik bir kullan ı m çizelgesine örnek vermek gerekirse; ki i mesela hasta hafta içi her gün 8-10.30 aras ı nda ve hafta sonu 1-6 aras ı nda

sıfatları ezelî ve hakik î olarak kabul eden Ehl- i Sünnet‟in geneline göre, sıfatlar Allah‟ın zâtı ile k âim olan ve O‟nun zâtının ne aynı ne de gayrı

Gelir durumunun ve kredi kartı sahibi olmanın Elde Tutma Boyutu ile aynı yönde bir ilişki gösterdiği, kredi kartına ilişkin tutumlar ile Güç/Prestij Boyutunun

Ve bir dilek: Kayserililerin ve Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin de Türk Dili ve Edebiyat ı bölümünün kurucu profesörü merhum Prof. Meserret Diriöz ve onun âlim