• Nenhum resultado encontrado

Karma Felsefesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Karma Felsefesi"

Copied!
61
0
0

Texto

(1)

©

www.

M

aximum

B

ilgi.com

• • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • •

ARAŞTIRMA SERİSİ No.19

(2)

KARMA NEDİR?

Karma fikrini, Doğu'ya özgü bir kavram olarak ele almak çok yanlış olur. Karma, her birimizin kendi eylemlerimizden sorumlu olmasını sağlayan ve bizi, bu eylemlerin ardından gelen sonuçları kabul etmek zorunda kalacağımız bir konuma getiren yasadır. Buna, kişinin kendi sorumluluğu yasası diyebiliriz. Reenkarnasyon kuramıyla birleşik olduğu gerçeği bunu geçersiz kılmaz, çünkü bunun tamamen şimdiki enkarnasyonumuzda iş başında olduğunu görebiliriz.

Karmanın gerçek anlamı "yapmak"tır, uygulamadaki anlamı ise, basit bir şekilde bir kişinin karmasının, onun kendi yaptığı işler olduğudur. Karma terimi, özgün ifadesinde zihinsel eylemleri içerir buna göre; kendimizi, şu an ne isek, kendi eylemlerimizle yapmışızdır.

Karma, Evren Zihninin, uymayı gerçekleştirme, dengeyi yenileme ve telafi etmeye yarayan bir denge ortaya çıkarma gücüdür. Sonuç olarak, herhangi bir şekilde, herhangi bir yerde ve zamanda yaptığımız bir şey, eninde sonunda bize geri dönecektir. Yapılan hiçbir iş boşa gitmez; er geç yapan kişiye değiştirilemez bir biçimde geri dönecek olan meyveyi taşıyacaktır. Karma, kendi kendine işleyen bir güçtür. Hiç kimse, insan ya da insanüstü, bunu işletmek zorunda değildir.

Bu öğreti, bizi uyuşuk kaderciler haline getirmez, çünkü kendini beğenmiş bireyciler olarak şişinmemize izin vermez. Berbat bir zayıflık konusunda bir özür de sunmaz, ya da yanılsatıcı bir gücü desteklemez. Bize gerçekten olanaklarımız konusunda dengeli bir bakış, güçlerimiz konusunda mantıklı bir bakış esinler.

Materyalistler, evreni, kaderimiz, düşüncelerimiz ve eylemlerimizin tümüyle fiziksel çevremiz tarafından belirlendiği engin bir hapishane biçiminde berbat bir tablo olarak resmederler. Doğulular arasındaki bilgisizler, tanrısal önceden belirlenmişliğin mahkumları, aciz bir şekilde, bir aşağı bir yukarı adımladığımız kilitli bir dünyada yaşar.

Karma, bu iki kasvetli savı da çürütür; kendimizi ve çevremizi biçimlendirme konusunda bize yeterli özgürlüğü verir. Kendi gelişimimizle, çevremizi etkiler ya da zenginleştiririz, Doğa'ya yardımcı olur ya da onu engelleriz, aynı zamanda bunun tersi de doğrudur. Karma kaderimizin kapısı önünde zavallı dilenciler gibi beklemek zorunda olduğumuzu söylemez. Geçmiş özgür irademiz, şimdiki kaderimizin kaynağı olacaktır, tıpkı şimdiki özgür irademizin, gelecekteki kaderimizin kaynağı olacağı gibi.

Sonuç olarak, en güçlü faktör, özgür irademizdir. Bu nedenle, belirsiz bir kadercilik ya da aşırı güvene yer yoktur. Hiçbirimiz suçu başka bir şeye ya da başka bir kişiye yükleyerek, dış çevreyi ve kendi içsel görüş açımızı biçimlendirme konusundaki kişisel sorumluluğumuzdan kaçamayız.

(3)

Engellerle mücadele eden herkes usta besteci Beethoven'ın elinden, bir kadeh ilham şarabı içmelidir. Müziğin büyülü nağmelerini işitmeye çabalayan Beethoven, tamamen sağırdı. Yaşamı tümüyle başkaları için melodik kompozisyonlara adanmış olan Beethoven, bir gün kendi kompozisyonlarını işitemez hale gelmişti. Bu onu hayal kırıklığına uğrattı, ama cesaretini kıramadı. Bu sorunla sağlam bir yürekle yüzleştikten sonra, "Kader ile boğuşacağım; beni asla alaşağı edemeyecek!" dedi. Çalışmalarına devam etti ve dünyaya daha muhteşem, daha görkemli şeyler verdi, çünkü acısı içinde öğrendiği şeyi, şarkılarda öğretti.

Karma, biri genel biri de özel olan iki katlı bir yasadır. İlki mutlaktır, evrendeki her şeye de uygulanabilir, çünkü basit bir şekilde, her ayrı varlığın, kendi sürekliliğinin yasasıdır. İster bir gezegen olsun, ister bir protoplazma, önceki varoluşunun özelliklerini aktarmak, bu yüzden de sonucu, nedene ayarlamak zorundadır. İkincisi ise mevcut durumdur, yalnızca kendiliğinin şuuruna varan, böylelikle eylemlerinin başlangıcını beşeri varlıklarla sınırlayan bireyler için geçerlidir. Bu, bireyi düşüncelerden ve kendi düşüncelerinden doğan eylemlerden sorumlu kılar.

Evren, yerkürenin eksenleri üzerinde ya da gezegenlerin güneşin çevresinde dönmesinde olduğu gibi, bir tür dengeleyici düzen olmasaydı var olamazdı. Bir parça düşünmek, insanların kendi aralarında ve Dünya Zihni [Tanrı] ile ilişkilerinde de aynı ilkeyi gösterecektir. Bu ilke, burada kendini karma olarak ortaya koyuyor.

Karmayı evrensel güçten ayırmak ve ayrı bir güç olarak ele almak hata olacaktır. Bu hata, kozmosun kendini göstermesinde karmanın rolünü anlamadaki güçlüğü açıklamaktadır. Karmayı, Tanrı'nın bir yönü ve Tanrı'dan ayrılamaz bir şey ya da Tanrı'nın varlığının kendini gösterme biçimlerinden biri olarak ele alın.

Benliğin dışında, insafsızca aciz teslimiyetimiz için emirlerini buyuran bir güç olduğuna inanılırsa karmanın asıl doğası kavranamaz. Tersine, tüm dünyanın zihinsel olduğu gerçeği nedeniyle, o da, her şeyde ve herkeste işleyen bir güçtür. Bu, başımıza gelen şeylerin, en içteki varlığımızın gizli iradesiyle gerçekleştiğine dair açık bir anlam ortaya çıkarır. Bu açıdan bakıldığında, belki katlanmak zorunda olduğumuz acılar mutlak anlamda birer kötülük değil, yalnızca o an için kötülüktür ve kör bir dışsal ve insafsız kuvvet olarak gözüken şey, gerçekte bilinçli, içsel ve arındırıcı bir kuvvettir.

"Karma" sözcüğünün doğru anlamı, beden, konuşma ve zihin aracılığıyla yapılan iradeli eylemdir. Bu eylemin sonuçlarını, özellikle yeniden doğmayı ortaya çıkaran ya da bunu etkileyenleri içermez. Böyle bir dahil etme popüler kavramlara girmiştir, ama söz konusu terimin aslından uzak bir kullanımını göstermektedir. Karma, sonuç değil, iradeyle yola çıkan sebeptir. Bu nedenle "Karşılık Yasası" terimi, tatmin edici değildir ve daha iyi bir terime ihtiyaç vardır.

(4)

yansıtılması, her düşüncenin, kaynağına geri yansıtılmasıdır. Belki de karşılık fikri oldukça güçlü, saklı bir ahlaksal anlam içeriyor, bu yüzden de "karma" sözcüğünün doğru karşılığı olma konusunda son derece dar bir anlam taşımaktadır.

Sonuçlar yasası, asıl olarak etik bir yasa değildir: Etik bir yanı olduğunu söylemek, daha uygun olabilir. Bir karma "yasa"sından söz etmek yanlıştır ve bilimsel değildir. Karma, uyulacak ya da uyulmayacak bir yasa değildir, yanlış yapan kişilere yönelik bir ceza kanunu da değildir. O sadece, kaçınılamaz sonuçlarla ilgili bir ilkedir.

Karma, insanın davranış alanında karakterden ne fazla ne de eksiktir. Gerçekten de ihtiyacımız kadar özgür iradeye sahibiz. Farkına varamayacak kadar kör olduğumuz için sunulan fırsatlardan yararlanamazsak, hata bizdedir. Başlangıçta ve yüzeysel olarak yararlı olan, ama mutlak olarak ve derinlemesine bakıldığında kendi çıkarımıza ters düşen bir eyleme girişirsek ve bu eylem de bizi arka arkaya başka istenmeyen eylemlerden oluşan tüm bir diziye kendi sırasında ulaştırırsa, karmanın acımasızlığına değil, kendi akılsızlığımıza ağlamalıyız.

Bir alışkanlık olarak kendine acıyıp duranlar karmada kullanışlı bir günah keçisi bulabilirler, ama gerçek insanlığın zihinsel niteliklerinin ve etik standartların, kaderimizi önceden kararlaştıran gizli faktörler olduğudur.

Karma, zihnimizi köreltmesi ya da ellerimizi felç etmesi gereken bir fikir değildir. Karma, uluslarda ve bireylerde etik bir sorumluluk duygusu uyandırarak, onları geçmiş hatalardan kaynaklanan yaraları gönüllü olarak iyileştirmeye ikna eden pozitif bir değere ve düzeltici bir etkiye sahiptir.

Geçmiş yüzyılların etiği, belki de var olan bir Tanrı'nın belirsiz korkuları üzerine kurulmuştu; içinde bulunduğumuz yüzyılın etiği ise, tümüyle var olmayan bir Tanrı'ya karşı tam bir kayıtsızlık üzerine kurulu. İlki, davranışta bazı sınırlamalara yol açtı, ikincisinin yol açtığı şey ise hiç. Geleceğin etiği, karma gücünün rasyonel anlayışı ve kişisel sorumluluk yasası üzerine kurulacaktır; bu da, davranışta doğru bir sınırlamaya yol açacaktır. Çünkü, yaşamın çevresel kısıtlamalarını, çabalanmamış hazları ve kaçınılmaz sıkıntıları düşündüğümüzde, yavaşça karmanın gücüyle ilgili bir algıya varırız.

Karmada çağdaş tarihimizin birçok sorunuyla ilgili bir anahtar buluruz. Karma, şimdiki kısmetimizin kozasını, büyük ölçüde geçmiş dünyevi yaşamlar ve şimdiki yeniden bedenlenişimiz süresince kendimizin ördüğü düşünceler ve eylemlerle hazırlamış olduğumuz konusunda bizi uyaran bir doktrindir. Ve bu doktrin tek tek bireylerin tarihine olduğu kadar tüm insanların tarihine de uygulanabilir durumdadır. Bunun doğal sonucu, karakterlerimiz ve zihinlerimizin, çağlar boyunca zahmet ve sıkıntı içinde olduğudur; bazıları saçları ağarmış bir geçmişin engin tecrübesiyle yaşlıdır, ama pek çoğu genç, akılsız ve terbiye olmamıştır. Verdiği ders kimsenin kaderinin ve bireysel anlamda talihin değişen gelgitlerinin

(5)

anlamsız olmadığıdır. Tersine, felsefi düşüncelere davetiye çıkarırlar, bu şekilde ihmal edilmiş görevler ya da olumlu yanlış yapmaların nasıl olup da sıkıntılarımızın gizli kökü olduklarını anlayabiliriz.

Karma ilkesini doğru olarak anlayanlar, onu dışsal, bağımsız bir kader olarak yanlış anlamayan ve aslen eylemlerimizle harekete geçirilen bir kuvvet olarak görenler aynı zamanda insan yaşamında acı çekmenin oynadığı anlamlı rolü de anlarlar. Hak edilmiş ceza aslında ham bir eğitim biçimidir. Düşünceli kişiler kendi kederlerinden dersler çıkarır ve aynı günah ya da aynı hatayı ikinci kez işlememeye karar verirler.

İnsan iradesi tarafından yapılmış olan karma insani değişikliklere tabidir. Daha yüksek bir gücün buyurduğu kader ise buna tabi değildir. Genel anlamda ölüm gerçeği kaderle ilgili bir örnektir, bu anlamda şair James Shirley'nin dizesi doğrudur: "Kadere karşı hiçbir zırh yoktur." Ancak özel anlamda ölüm gerçeği, zamanı ve biçimi, değiştirilebilir.

Yaşamın gidişatının önceden kararlaştırıldığı doğru olsa, bu mutlaka yaşamın keyfi bir şekilde önceden kararlaştırıldığı anlamına gelmek zorunda değildir. Hayır, karakterinizin iyi ve kötü nitelikleri, kapasitelerinizin gelişmesi ya da gelişmemesi ve tesadüfen ya da bir nedene bağlı o olarak alınan kararlar yaşamınızın gerçek belirleyenleridir. Davranış ve sonuç, düşünce ve çevre, karakter ve alın yazısı arasında kaçınılmaz bir denklem vardır. İşte, karma budur; yaratıcı eşitlik yasası.

İmgeleme süreçleri sonsuzdur, ardı arkası kesilmez. Zihnin, kendi dinamik karakteri nedeniyle bir fikrin bir başka fikre yol açması gerektiği, zihnin doğasında var olan bir şeydir. Karma, işte bu ikisini bağlayan yasadır.

Karmanın iki katlı bir karakteri vardır. İnsan aklının tasarlayabileceği hiçbir şeyin değiştiremeyeceği bir türü ve bir de, karşı düşünceler ve karşı eylemlerle ya da tövbe ve dua ile değiştirebileceğimiz bir türü bulunmaktadır. Kötü karma, kurnazlıkla değiştirilebilse bile ahlaksal tövbe olmaksızın ortadan kaldırılamaz.

Karmanın özgün anlamıyla, zamanın akışı içinde buna verilmiş olan anlam arasında, büyük ve açık bir faktör vardır... Karma doğumdan önceki gebe kalma anından ölümden sonraki ölüyü yakma anına kadar insanların yaşamını tamamen önceden kararlaştırdığı ve biçimlendirdiği anlamına gelmeye başlamıştır, oysa özgün anlamı sadece kişinin alışılmış düşünce ve eylemlerinin sonuçlarından kurtulamayacağıdır. Yaşamdaki başarıların ya da başarısızlıkların büyük ölçüde kendi elimizde olduğu, hoşnutluk ya da kederin kaçınılmaz biçimde erdem ya da yanlış yapmanın ayak izlerini takip ettiği anlamına gelir.

Yetenek ya da hırs, fırsat ya da soyaçekim, kişiyi zenginliğe ulaştıran şey her ne ise bu, bizzat o kişinin karmasının ürünüdür.

(6)

Şimdi, bize geçmişten gelir, gelecek de, şimdide oluşturulmaktadır. Bunların üçü de birbirine bağlıdır... İnsan yaşamının daha yüce bir güce tabi olduğu; her birimizin, eylemlerimizden daha yüce bir yasaya, karşı sorumlu olduğumuz ve yapılan hataların cezalarından ya da doğruluğun ödülünden kaçamayacağımız fikri, insan kültüründe bulunan en eski fikirlerden biridir.

Eski Roma'nın Stoacıları bu fikre sahipti ve buna Kader demişlerdi. Eski Yunan'ın Eflatuncuları da bu fikre sahipti ve buna Alın Yazısı adını vermişlerdi. Hintlilerde de, genellikle Budistler ve Hindularda da bu fikir vardı, hala da vardır ve adına Karma denir.

Dünya Fikrinin ifşası, dinsel mistiklerin karşısına çıktığında, buna yalnızca "Tanrı'nın İradesi" diyebileceklerdir. Yunanlıların karşısına çıktığında, bunu "Gereklilik" olarak adlandırmışlardır. Hintliler ise buna "Karma" demiştir. Bunun yankıları bilimsel düşünürler tarafından işitildiğinde ise bu düşünürler buna "Doğanın yasaları" demiştir.

Görebilecek gözü olan bir kişi evrenin kendisinin akıl içeren ve anlaşılabilir bir düzen içinde olduğunu açığa vurduğunu görebilir. Keyfi kapris, zamanın bir yerinde dünyayı yaratmadı. O zamandan beri de, kör bir düzensizlik hüküm sürmemiştir. Bu evrensel varoluşta, gerçek anlam vardır, katı bir yasa vardır, hakiki bir tutarlılık vardır, taştan çiçeğe, canavardan insana, bütünleşmenin daha yüksek düzeylerine doğru bir hareket vardır.

Bu anlaşıldığında, karmanın yalnızca aktarılan eski etkilerin ya da kendini yeniden oluşturmanın veya ahlaksal cezalandırıcı adaletin bir yasası değil, aynı zamanda, çok daha büyük bir şey olduğu da anlaşılabilir. Bireysel anlamda işleyişi, evrensel işleyişe ayarlama eğilimi gösteren ebedi ve ezeli bir yasa vardır. Bir bütün olarak kendi bütünleyici dengesiyle evrenin sayısız birimini uyum içinde tutacak biçimde evren için çalışır.

Ceza, küçük bir ortak merkezli dairenin daha büyük olan başka bir dairenin içine düşmesi gibi, sadece bu etkinliğin içine düşer. Her bireyin varoluşunun sonuçları, her kişinin düşünce ve eyleminin kalıtımı kontrol edilmek durumundadır, bu şekilde bunlar sonunda kozmosun kendisinin o daha büyük düzenliliğine uyacaktır. Her parça, bütüne bağlıdır. Bu nedenle her şey, mutlak doğruluğa eğilim gösterir. Aslında evrenin gizli özünde, bu tür anlamlı bir dengeye sahip olduğunu görmek rahatlatıcı bir durumdur.

Karmanın ezoterik yorumu, tümüyle yalıtılmış bir kişinin, yalnızca bir hayal ürünümüz olduğunun, herkesin, yaşamının yerel, ulusal, kıtasal, en sonunda da gezegenlerle ilgili bir boyutun sürekli genişleyen döngüleriyle, tüm insanlığın yaşamıyla birbirine sarıldığının farkına varmak; her düşüncenin, dünyanın baskın zihinsel atmosferinden etkilendiğinin; her eylemin de, insanlığın genel anlamda etkinliğince verilen baskın ve güçlü telkininin işbirliğiyle bilinçdışı bir şekilde yapıldığının farkına varılmasıdır.

(7)

Her birimizin düşündüğü ve yaptığı şeyin sonuçları, bir ırmak ayağı gibi toplumun daha büyük nehrine akar ve orada sayısız diğer kaynaktan gelen sulara katılır. Bu, karmayı, tüm bu karşılıklı ilişkilerin sonucu haline getirir, bu nedenle de onu kişisel bir düzeyden kolektif bir düzeye çıkarır. Yani, "ben", diğer tüm bireyler tarafından ortaya çıkarılan karmada, bir bireyin payıdır, diğer yandan onların da, benimkinde bir payı vardır.

Bununla birlikte bu "ben"in kendi kişisel geçmiş etkinliğimin sonuçlarından en büyük payı almasında ve insanlığın etkinliğinin geri kalanının sonuçlarının en küçük payı arasında bir fark vardır.

Bu nedenle, üstü kapalı bir şekilde düşündüğümüz şey, her acının hak edilmediği, ama telafi etme niteliğindeki iyi talihin buna dayanarak oyuna katıldığıdır. İnsanlığın karşılıklı olarak birbirine bağlılığı yüzünden kişisel olarak hak etmediğimiz bir acı çekmek zorundaysak, aynı karşılıklı bağlılık nedeniyle genel anlamda iyi karmadan hak edilmemiş yararlar görebileceğimiz ifadesi de aynı derecede doğru olur. Bu yüzden karmanın bu kolektif işleyişi, her iki şekilde de kesen iki kenarlı bir kılıca benzer: Bir tarafı acı verici, diğeri ise zevkli. Ezoterik görüş bu doktrinin popüler biçimine yeni bir yüz getirirken genel olarak arka planda tutulmuşsa, bunun tek nedeni, insanların ortak anlamda mutluluk ve sağlık içinde yaşamaktan çok, kendi kişisel mutluluk ve sağlık içinde yaşamalarıyla daha çok ilgilenmeleridir...

Başkalarıyla ortak yaşarız, ortak günah işleriz ve bunun bedelini ortaklaşa ödemek zorundayız. Bu son sözdür, belki de arkadaşlarını geride bırakmış olanları yıldırmak, ama geride kalmış olanları cesaretlendirmek. Bu daha geniş bakış açısına göre karma, bizim bir bütün olarak toplumla acı çekmemizi ve toplumla sevinmemizi sağlar.

Bu nedenle, kendi mutluluk ve sağlık içinde yaşamamızı, toplumsal anlamda mutluluk ve sağlıktan ayıramayız. İçsel yalıtımdan kurtulmak ve çıkarlarımızı Tümel Yaşam'ınkilere katmak zorundayız. Sınıflar, uluslar ve ırklar arasında kine gerek yoktur, büyük ya da küçük olsun, farklı gruplar arasında nefret ve çatışmaya gerek yoktur.

Bunların tümü, eninde sonunda karşılıklı olarak birbirine bağlıdır. Ayrılıkları, bireylerin ayrılığı kadar büyük bir yanılsamadır, ama bu gerçeği yalnızca felsefe ve tarih kanıtlar. Bugün hepimizin kendini içinde bulduğu durum, karşılıklı çıkarlarımızdaki bu zorlu mücadeleyi gerektiren gerçekliğin kabul edilmesini gerektirir.

(8)

KARMA NASIL İŞLER?

Karmik ödül ya da cezaları keyfi bir şekilde idare eden ya da kontrol eden hiçbir doğaüstü ya da dışsal varlık yoktur. Bilinçdışı bir şekilde bunların tohumlarını kendimiz üretiriz; uygun bir zaman geldiğinde de bunlar çimlenir ve kendi meyvelerini verirler.

Gizemli bir fiziküstü melek, deva ya da tanrı, bir kukla oynatıcısının elindeki figürlerin tellerini çekmesi gibi, şahsen karmaya müdahale etmez ve karmayı idare etmez; karma, bir geri dönüş getiren, bir baskıyı kaydeden her tepkinin, kendi momentiyle ortaya çıkmasına izin veren evrenin dengesinin bir parçasıdır. Karmanın işleyişi, karmaşık sonuçlardan karmaşık sebeplere doğru geriye dönük olarak izlenir.

En sonunda, bazen de oldukça önce, karma size ulaşıyorsa, bu tamamen acı verici değildir; bu terimin içinizi, kötü bir şeyin olacağına dair bir önseziyle doldurması gerekmez. Çünkü düşünmüş ve yapmış olduğunuz iyi bir şey, iyi bir geri dönüş de getirir.

Bazı dönemlerde sıkıntıları ya da bazı zamanlarda uyuşmazlıkları olmayan hiçbir insan yoktur. Sıkıntılar, insan özgürlüğünü çevreleyen alın yazısının unsurlarından ortaya çıkar, uyuşmazlıklar ise insan ilişkilerini çevreleyen egoizmin unsurlarından.

Karmik işlemler ve etkileri hakkındaki bilgisizliğiyle ego, kendi karşıtlıklarının ve kendi sıkıntılarının birçoğuna neden olur.

Geleceği, büyük amaçlarımızla davet ederiz. Düşünüş biçimimiz, hislerimiz ve yaptıklarımızın sonuçlarını yaşarız. Doğanın kayırıcılığı yoktur, bize hak ettiklerimizi verir.

Karma aslında kişinin kendi yaptıklarıyla perçinlenmesine karşın, aynı zamanda, o kişinin uzun süredir düşündüğü ve güçlü bir şekilde hissettiği şeylerden de oluşur.

En sonunda, karma tarafından hesap vermeye çağrıldığınızda, ister iyi ister kötü olsun, başkalarının size verdiği karakterin belgeleriyle değil, kalbinizde hissettiğiniz güdüler, zihninizdeki tutumlar ve ellerinizle yapılan eylemlerle yargılanacaksınız.

Telafi yasası, ceza ve ödülleri küçük insan zihinlerinin küçük ölçülerine göre belirlemez.

Muhakeme kabiliyetinin en yüksek kullanımı dahi bir durumdaki tüm sebepleri kavramaya yetmez. Karmik faktör gibi yalnızca sezginin kavrayabileceği bazı şeyler vardır. Bu, en üst düzeyde gelişmiş

(9)

akılcılığa sahip ama sezginin gelişimini dengelemekten yoksun kişilerin yanlış hesaplamalarım açıklamaktadır.

Olaylar ve ortamlar, kısmen ne olduğunuz ve ne yaptığınıza (bireysel karma), kısmen ihtiyaç duyduğunuz ve aradığınız şeye (gelişim), kısmen de bir üyesi olduğunuz toplum, ırk ya da ulusun ne olduğu, ne yaptığı, neye ihtiyaç duyduğu ve neyi aradığına (kolektif karma) göre size çekilir.

Dünyevi bir cezası olsun ya da olmasın, zihni her kötülük ve ahlaki açıdan yanlış her davranış için, ödenecek spiritüel bir ceza vardır. İlki için gerçekliği bilememek, diğeri içinse mutluluğu bulamamak söz konusudur.

Karma, kendini rastlantı gibi görünebilecek olaylar yoluyla ifade eder. Ancak bunlar, sadece yüzeyde böyledir.

Olaylar kendi doğasına göre davranır. Dünya Fikri bu eylemleri gizli bir şekilde kaydeder ve uygun sonuçlarını geri yansıtır. Bu, olaylar için geçerli olduğu gibi, kişiler için de geçerlidir. Her birimiz, evrene bir notayla sesleniriz, evren de bize aynı titreşimde karşılık verir.

Karma size, büyük ölçüde kendinize yapmış olduğunuz şeyi verir; tercih ettiğiniz şeyi vermez: Ama bu ikisinin bazen çakışması da oldukça mümkündür. Kısmen kendi sıkıntılarınızın yazarı iseniz, zihinsel güçle iyi talihinizi de kendinize çekiyorsunuzdur.

Alın yazınız -payınıza düşen kader parçası- sizin belli bir işi, belirli bir görevi başarmanızı istiyorsa, bu durumda size belirlenen zamanda -tenha bir inzivada ne kadar vakit geçirirseniz geçirin- sizi inzivadan halkın arasına yeniden sürükleyecek olan içsel bir dayanılmaz istek sağlayacaktır.

Bu iş, geçen tüm önceki yıllar süresince sizin arzunuzdan uzaklaşmış ve bilinçli zihninizden gizli tutulmuş olsa bile, bu beklenmedik içsel kuvvete, alın yazısının kendini bu şekilde gösteren sesinden başka bir şey olmayan bu zorlayıcı emre yine de uymak zorunda olacaksınız. Evet, paradoksal olarak kişi kendi kaderini kendi benliğinde taşır. Karmanın bunun sebebini savunacak bir avukat göndermesine gerek yoktur.

Yaşamınızda kendi reenkarnasyonlarınızın geçmişinden gelen kuvvetler ortaya çıkar ve sizi belli karar, eylem ve tutumlara doğru iter.

Ouspensky'nin ebedi ve ezeli yinelenme kuramı hem doğru hem yanlıştır. Kendimizi ve koşullarımızı tekrar ederiz, ama hep farklı bir düzeyde. Bu bir daire değil, spiraldir. Yaşamdaki bir dönem ya da bir olay önceki birine karşılık gelir, ama onunla özdeş değildir. Gelecek, geçmişle benzeşir ama onun bir kopyası olmaz. Bu spiral size aynı benlik ya da aynı işi aynı şekilde geri getirmez: Farklı bir düzeyde ona karşılık geleni size getirir.

(10)

Görünüşteki sefaletlerimiz içsel başarısızlıklarımızın sembolleri ve işaretleridir. Çünkü otomatik olarak yaratılmış her acı ve otomatik olarak kabul edilmiş her kötülük, kaçınılabilir bir şeydir. Olayların sizi ne kadar incitebileceği tamamen olmasa da, büyük ölçüde size bağlıdır.

Egoizminizi tek bir darbeyle ezecek güce ve uzun sebep-sonuç dizilerine sızacak bir içgörüye sahip olsaydınız, görünüşteki sıkıntılarınızın yarısının, içsel karakterin zayıflığı ve eksiklerinden türediğini keşfedebilirdiniz. İçsel karakterinizin zayıf niteliklerini her gösterdiğinizde, dışsal olaylara da, bunların yansımalarını davet etmiş olursunuz. Öfkeniz, kininiz ve içerlemeniz, yeterince güçlü ve yeterince sürekliyse, bunu er geç sıkıntı, düşmanlık, anlaşmazlık, kayıp ve hayal kırıklıkları izleyecektir.

Şanslı ya da şanssız ev numarası yoktur. Belli bir evde bir dizi talihsizlik yaşamışsanız bu evin numarasından değil, sizin karmanızdan kaynaklanan bir kusurdur. Kötü karmanızın, bu dönem süresince vadesi gelmiştir ve tamamen farklı bir numarası olan, tümüyle farklı bir evde oturuyor olsaydınız bile üzüntü veren deneyimler yaşayabilirdiniz.

Bu durumda karma, eninde sonunda, daha iyi için, karakterden ortaya çıkar, bu nedenle de eninde sonunda karmanız bir ölçüde değişir. Öyleyse bir zamanlar üzüntü yaşadığınız eve geri dönün. Bu kez öyle olmayacağını göreceksiniz. Şanssız numara diye adlandırılan şey, artık size zarar vermeyecektir. Tüm karmık eğilimler aynı anda bilinçte bulunmaz; bazılarının potansiyel halden çıkıp kinetik duruma geçmesi gerekir.

İnsanlar, ahlak alemindeki sebep sonuç kuralının, bilimsel alemdekinden aşağı kalmadığı konusunda uyarılmalıdır. Çocukluk döneminden başlayarak bu ilkeyi göz önünde tutacak biçimde eğitilmelidirler. Acıya davetiye çıkaran ya da sıkıntıyı üzerine çeken veya engellenmeye yol açan eylemler konusundaki sebepleri oluşturmaktan kendilerini sorumlu hissetmeleri sağlanmalıdır.

Temel düşünce ve eylemlerimizle, yaşam deneyimlerimiz arasında kaçınılmaz bir denge vardır. Bu denge kendini en az beklenen yerde, ahlaki alanda gösterir. Yanlış yaptığımız şeyler, yalnızca başkaları için değil, öncelikle kendimiz için üzüntü getirecektir. İyi eylemlerimiz, iyi bir talihin geri dönüşünü ortaya çıkarır. Bu ince ahlaki sorumluluk yasasının işleyişinden kurtulamayabiliriz. Sebep sonuç ilişkisi, altı sonuç olan bir çarkın tepesidir. Bu, kolektif olarak doğru olduğu kadar bireysel olarak da doğrudur.

Örneğin bir ulus, doğru ve yanlış anlayışının yanlış bir düşünce olduğuna inanmaya başladığında, kendini yok olmanın defterine kaydeder. Bunu zamanımızın Almanya'sında gördük. Ahlaksal yasa insanın bir hayal ürünü değildir. Tanrısal olarak saptanmış bir gerçekliktir.

Bir kişinin, kendi mutluluğunu başkalarının içinde bulunduğu çok kötü bir durumdan kurabileceğini düşünmesine yol açan yanlış ahlaki inanç, yalnızca karmanın gerçekliğiyle ilgili bir bilgiyle bozulabilir.

(11)

Düşünceler yaratıcı olma eğilimindedir ve er geç genel çevrenizde karmik meyve üretir. Bu aynı zamanda ahlaki yaşamınız için de doğrudur. Burada, düşünceleriniz için karmik olarak etkili olmadan önce kendilerini eyleme dönüştürmeleri her zaman gerekmez. Yeterli yoğunluğa sahipler ve yeterli bir süre boyunca devam etmişlerse, er geç dışsal koşullarda bile uygun sonuçları ortaya çıkaracaklardır. Bu gerçek bir örnekle daha açık gösterilebilir. Sürekli olarak bir kişinin ölmesini istiyorsanız, ama sonuçlarının verdiği korku yüzünden o kişiyi öldürme cesaretiniz yoksa, ölümle ilgili düşünceleriniz bir gün dengelenmiş bir biçimde size geri dönecektir.

Bu durumda kendiniz şiddet içeren bir ölümün acısını yaşar ya da ölümcül bir kazaya kurban gider veya kinin karakterinizi kemirmesi gibi vücudunuzu kemiren bir hastalığa yakalanırsınız. Bu yüzden her ne kadar gerçekten cinayet işleme suçu olmasa da cinayeti düşünmek yüzünden fiziksel bir ceza çekersiniz. Benzer nedenler yüzünden, hastalıklı düşünüş alışkanlıkları kendilerini bedenin hastalıklı rahatsızlıkları olarak gösterebilir. Doktor böyle bir rahatsızlığın o anki fiziksel sebebini doğru bir şekilde görebilir, ama belki aşırı öfke, hastalıklı bir nefret, çok kuvvetli bir korku, aşırı şehvet ya da alışkanlık halini almış kin olan asıl zihinsel sebebi göremeyebilir.

Elbette, bir hastalığı olan herkesin geçmişte ya da şimdide olumsuz bir şekilde düşündüğü şeklinde mantığa aykırı bir çıkarıma varmamalıyız. Vücudun, her ne kadar ihlallerin pek çoğu genellikle bütünüyle bilgisizlikten meydana gelse bile, ceza görmeden ihlal edilemeyecek kendi sağlık yasaları vardır.

Bu tamamen olasıdır, çünkü varoluşun tüm temeli zihinsel bir temeldir. Karmik süreçteki yaratıcı faktör zihnin kendisidir. Sonuç olarak zihinsel bir değişim, bize karşı işleyişi kökten ve uygun bir şekilde değiştirilecekse, gerekli bir değişimdir.

Yüklüğünde bir acı ya da talihsizlik iskeleti olmayan hangi zengin, gıpta edilen bir aile vardır? İki ya da üç iskeleti olan bazıları olduğunu kim bilmez? Bu karanlık günlerde birçok kişinin fark etmiş olduğu gibi, yaşamın, çok istemiş olduğunuz şeyleri yok edecek uğursuz ellerine uzanan gizemli ve güçlü karmik etkiler içerdiğini fark etmiş olabilirsiniz; bu sizin başarıya ulaşmanıza olanak tanır, sonra da bunu gözlerinizin önünde yok eder; sağlığınızı, belki de size yakın olan ve sevdiğiniz kişilerin yaşamlarını harap eder. Kalbiniz sessiz sessiz kan ağlamış olabilir.

Eylemlerimizin başkalarını incittiğindeki gizli acıdan kendi yüklerimizi yaratırız ve kinle ilgili düşünceler ortaya çıkardığımızda ise sert, mutlak sonuçlar ortaya çıkarmaktayızdır. Şehvet, hırs ve öfkenin kuvvetleri, insanlığı bu kadar çok karmik sıkıntı ve sefalete götüren kontrolsüz, serbest ve yönü belirsiz kuvvetlerdir.

Ateş bir yiyeceği pişirmek için de kullanılabilir, bir insanı yok etmek için de. Ateşin kendisi kötü değildir, iyi ya da kötü olan şey, ateşin iyi ya da kötü amaçla kullanılmasıdır; bu da kişinin kalbindeki isteklerin ve geçmiş yaşamlardan getirmiş olduğu eğilimlerin ne olduğuna bağlıdır. Bu yüzden aslında kötü güçler, her

(12)

şeyden önce kendi kötü düşüncelerimizdir. Dünya, insanlar zihinlerini rahat bırakır bırakmaz kötülükten kurtulmuş olacaktır. Zihin karmanın işleyişiyle gerçekleştirilen bir birimdir. Yapılan şeylerin karşılığının nasıl verileceğim açıklamak için ekstra kozmik doğaüstü bir varlığı çağırmaya gerek yoktur.

Karşılık yasası yalnızca bizi doğru düşünce, duygu ve davranışa zorlayacak bir yasa değildir. Daha yüksek bir düzlemde, Yüksek Benlik vardır. Burada dünyada ya da bir ötealemde bir yerde, iyilik için hiçbir ödül, kötülük için ise hiçbir ceza olmasa da, yine de, Yüksek Benlik aracılığıyla, en saf niteliğimiz olan şefkati ifade etmek en yüksek mutluluğumuzun bir parçası olabilir.

Kendi eylemleriniz, sonrasında başka bir kişinin başka eylemlerine yol açacaktır.

İnsani araçlar başkalarının acı çekmesinde sebep olur ve bunlar onun insani kötü niyetlerinin sebeplerini oluşturur. Her iki ifade de doğrudur. Bunlar belki aklımıza gelebileceği gibi çelişkili değil, tamamlayıcıdır. Alın yazısı, zarar vermek istediğinde doğal olarak ahlakı bozuk bir kişiyi ya da bir an için düşüncelerine kulak asmaksızın duygularını körü körüne takip edebilecek birini veya yıllarca pişmanlık duyacağı bir şeyi bir anda yapabilecek düşüncesizce hareket eden birini arar. Böyle bir şey için çok iyi ya da çok akıllı birini arayarak vakit kaybetmez.

Daha yüksek amaca doğru yönlendirilmemiş bir yaşam, Yüksek Benlik bilincine katılan biri olma konusunda tamamen ilgisiz olan bir zihin; bu başarısızlıklar, insanları hem bedensel kullanımları, hem de ölüm sonrası var oluşları süresince sessizce kınar.

İhmal suçları, en az eylem suçları kadar karmik açıdan önemlidir. Yapmış olmamız gereken ama yapmadığımız şeyler de bir karma oluşturucusu olarak sayılır.

Kasıtlı eylemsizlik bile, bir karmik sonucun meydana gelmesinden kaçamaz. Gizli bir, eylemde bulunmama kararı içerir, bu nedenle de bir eylem biçimidir!

Karmadan kurtulma girişiminin kendisi de karmanın bir parçası olabilir.

Karşılık çalışması (karma) insanların yalnızca yanlış yaptıkları şeylerin değil, aynı zamanda yapamadıkları şeylerin de bedelini ödeyeceklerini gösterir. Bu tür bir ihmal büyük ölçüde bunun yüzündendir; öncelikle kendi varoluşlarını etkileme biçimiyle ve ancak ikincil olarak ait oldukları daha büyük aileyi etkileme biçimiyle, insanların büyük ölçüde kişisel görüş açısı onların olayların karakterini kestirmelerini sağlar. Hepimiz ortak bir işteki işçileriz. Bu, insanlığın organik bir birlik olduğu gerçeği anlaşılır anlaşılmaz kendini gösteren kaçınılmaz çıkarımdır.

Doğru tarafa etkin biçimde yardımcı olmak için bu içselliğin ilgisine muhtaç çağda açık bir görev vardır. Dünya üzüntüsü genellikle karma yüzündendir. Ancak bu sözcüğün daha geniş bir yorumuna ihtiyacımız var. Birçoğumuz iyi ve masum olabiliriz, ama diğer herkes için acı çekmek zorundayız, yapmış

(13)

olduğumuz şeyler için değil, yapmadan bırakmış olduğumuz şeyler için. Günümüzde keder kimseyi ıskalamıyor.

Bunun nedeni, insanlığın tamamen karşılıklı olarak birbirine bağlı olmasıdır. Öğrenmek zorunda olduğumuz ders budur; başımıza gelebileceklerden kendimiz sorumlu olarak başkalarım acı içinde ya da bilgisiz bırakırız. Hepimiz biriz.

Kolektif karmik etkiler Dünya Zihni içinde kendilerinden ortaya çıkarlar. Bunun nedeni asla varolmadıkları bir an olmamış olmasıdır, çünkü, her ne kadar biçimleri değişebilse de Dünya Zihni kadar ebedi ve ezelidirler. Aslında, Dünya Zihninin doğasının parçasıdırlar. Bu nedenle kendini gerçekleştiren bir sistem oluştururlar.

Dünya Zihninin kendi başlangıcı için herhangi bir tarih ya da onun yaşamı için herhangi bir bitiş ya da başlangıç noktası belirleyemeyeceğimiz için, sonuç olarak evrenin kendisi için bir başlangıç ya da bitiş saptama yönünde mantığa aykırı bir girişimde bulunmaktan sakınmalıyız. Dünya Zihni dünyayı yapmış değildir, sadece onun varoluşu için bir zemin, karşılıklı olarak etki eden karmik potansiyel kuvvetleri için bir hazne, genel karmik görünümleri için karakteristikler ve kendiliğinden oluşan sürekli devam eden etkinlikleri için yaşam ilkesi sağlamıştır.

Ama bu görüşün evreni sadece bir makine haline getirdiği yanlışına düşmemeliyiz. Zeminin hazne kuvvetleri ve karakteristikler tümüyle zihinsel olduğu için dünya da aynı zamanda bir zihinsel etkinliktir ve yalnızca maddedeki mekanik bir hareket değildir.

Karmanın gizemli işleyişi, protoplazmik hücreden muazzam evrene kadar her varlığın merkezinin koşullarını biçimlendiren bu kuvvet, daha sonra ortaya çıkarılmalıdır. Dünya bir materyal nesneler topluluğundan başka bir şey olmasaydı, karma asla etkili olamazdı. Ama mantalizmin gösterdiği gibi bir düşünce oluşumları topluluğu olduğu ve tüm bu oluşumları bağlayan birleştirici bir zemin olarak bir Dünya Zihni bulunduğu için işleyen bir kuvvet olarak karma olasılığı vardır.

Çünkü evrensel varoluşu oluşturan tüm bu şeyler ve yaratıkların geçmiş, şimdi ve geleceği arasında bir tür düzenli süreklilik olmasaydı karma da anlamsız olurdu. Ama bu Doğa'nın da kendi gizli yerlerinde bir tür bellek sürdürmesi ve koruması gerektiğini akla getirir.

Her birey kendi tarihinin bir kaydını koruyorsa, Dünya Zihninin de kendi tarihinin bir kaydını koruması niçin fantastik görünsün? Varoluşu kendini gösteren kozmostan ayrılamaz olduğu için, bunu yaparken evrenin kendi tarihinin her şeyi kapsayan bir kaydını da korur. Hiçbir düşünce, hiçbir olay, hiçbir nesne, hiçbir görünüm ve hiçbir figür tümüyle kaybolmamıştır.

Bu uzay ve zaman içinde tamamen uzak olan yerküre, yıldız ve nebülözlerin anılarının hala korunduğunu akla getirmektedir. Ama insan imgelemi bu gerçekliğin sınırsız . sonuçlarından, kendi etkinliğini bozguna

(14)

değil, tümüyle materyal olmayan bir şey olduğu için, bu sonrasında zihinsel olan bir şeylerin varlığını gerektirir.

Uzay kapsamında kozmik ve zaman kapsamında kalıcı olacak zihinsel bir ilke Dünya Zihninin kendisinden başka bir şey değildir, olamaz da. Bu nedenle, tüm karmik işleyişin temeli Dünya Zihnine kadar izlenebilir. Karmanın ortaya çıkışı, bulunması ve kaybolması gerçekte onun ideasındakine ikiz bir fonksiyonudur.

Tek ve aynı ışık kendini her biri birbirinden farklı olan milyonlarca fotoğraf halinde kırar. Tek ve aynı Dünya Zihin de kendini her biri birbirinden farklı olan milyonlarca kişi halinde kırar. Tıpkı evrendeki nesnelerin karmanın gücüyle varlık bulması gibi bireyler de aynı şekilde varlık bulur.

Yeni yaratıklar evrensel varoluş içinde yeni bir şey olarak neredeyse aynı şekilde, yani kendileri daha önceki dingin bir varoluşun sonucu olan eski karmik etkilerinin oluşturduğu bir dizinin gerçekleşmesi yoluyla meydana çıkar. Birey ve dünya her ikisinin de gerisinde olan geçmişten aynı anda birlikte ortaya çıkar. Karmaları evrensel varoluşunkilerle ilişkilidir ve ayrı bir şekilde ya da sonradan görünmez. Biri diğerinin kımıldamasıyla eşzamanlı olarak etkinliğe başlar.

Dünya Zihninin enerjisi kendini gösterdiğinde, iki katlı bir karakter alır ve hem evren hem de bireyler aynı anda doğar. Evren kendini ilk olarak göstermez, bireyler de, her ikisi de birlikte kendini gösterir. Başka bir şekilde söylenecek olursa, karmanın dalgacıkları Dünya Zihninin gölünde aktıkça, hem evren hem de birey aynı anda ve çalışma tarzı olarak aynı şekilde hareket eder.

Doğa'nın hareketli belleği olarak karma, Doğa'nın yaratıcı gücüyle ister istemez birleştirilir.

Tıpkı bir zamanlar meşe palamudunun içinde görünmez ve elle tutulamaz bir varlığı olan heybetli bir meşe ağacı ya da bir zamanlar küçücük tohum içinde kokusuz bir varlığı olan beyaz bir çiçeğin güzel kokusu gibi, bugün görmekte olduğumuz yerküre, yıldızlar ve güneş de bir zamanlar kendi karmalarının Dünya Zihninin belleğinde saklanmış olduğu tohum gibi materyal olmayan bir varlığa sahiptiler.

Kendilerine özgü ayırt edici özellikleriyle gök kubbedeki her yıldızsı kütle ve kendi arzuları, eğilimleri ve kapasiteleri ile birlikte bulunan her yaratık Dünya Zihninin muhteşem yetenekleri tarafından ezberlenmiştir. Böylece, Dünya Zihninin hafızasının bizim bilinçli olduğumuz dünyanın yaratılışında etkili bir rol oynadığı anlaşılacaktır.

Bu evrenin mümkün hale gelmesi karşılıklı olarak etkiyen karmik süreçler sayesindedir. Dünya Zihni, önceden varolmuş her şeyin sonuçları olarak, herhangi bir keyfi emirle değil, kendi doğal sürekliliğiyle genel dünya imgelerini meydana getirir. Bunlar daha önce meydana çıkmış olan hatırlanan bütün dünya imgelerinin bir sürekliliğidir, ama insanlaştırılmış bir Tanrının kaprisli kararlarıyla değil, kendi karşılıklı eylem ve evrimleriyle değişikliğe uğramış ve gelişmiştir. Dünya Zihni yapıcı bir şekilde onu düşünerek, evreni oluşturur. Ama evreni keyfi bir şekilde düşünmez.

(15)

Düşünceler katı bir karmık ve evrimsel yasa altında kendi kayıtlarından ortaya çıkar. Bu görüşte, her ne kadar kendi devam eden varoluşu ve sürekli etkinliği yüzünden sistemin kendisi de Dünya Zihnine bağlı olsa da evrenin kendini gerçekleştiren bir sistem oluşturduğu vurgulanmalıdır. Her karmik kuvvet ve düşünce biçimi kendi karşılıklı etkinliklerini sürdürür, birbirine geçer, birbirini etkiler ve güneş ışığının huzurunda kendiliğinden yavaş yavaş gelişir. Ama kendi devamı ve varoluşunu borçlu olduğu şey tam da bu huzurda bulunmadır.

Karma ve İçsel Evrim

Kendi amacını yerine getirmekle birlikte, karma başka ya da daha yüksek bir amacın yerine getirilmesine yardımcı olamaz; bize gelişimimiz için gerekli olan şeyi getirir.

Başımıza gelen olaylar onları hak ettiğimiz anlamında mutlaka karmik olmak durumunda değildir. Karmik olmayan bir kaynağa da sahip olabilirler. Kendi payımıza hiçbir fiziksel iş bunlara sebep olmamıştır, ama bu olaylar karakter ya da kapasite, gelişim ya da ıslah için o anda bize gereken şeydir. Her iki tür de kaderde vardır. Bu anlamda bunlar Tanrının iradesidir.

İnsan iradesinin özgürlüğünün kendi sınırlılıkları vardır. Eninde sonunda Dünya Fikrinin gelişim amaçlarına uymak zorundadır. Belirli bir süre, bunu kendi iradesiyle yapmayı başaramazsa, bu amaçlar acının kuvvetlerini yardıma çağırır ve insan varlığını uymaya zorlar.

İçsel evrimimiz için, egonuzun çiğnenmesi gerektiği zamanlar olur, bu durumda kendinizi acı olayların ya da melankolik düşüncelerin altında bükülmüş bulabilirsiniz.

Gelişim ihtiyacınız gerektiriyorsa, sizi dünyaya daha az bağlı kılmak için sıkıntılardan ya da vücudunuza daha az bağlanmanızı sağlamak için hastalıktan rahatsızlık duymanız sağlanacaktır. Bu durumda kendi kendine hak edilmiş bir alın yazısını kabul etme sorunu, bu ihtiyacın karşılanmasında olduğu kadar fazla değildir.

Her ikisi de genellikle çakışır, ama her zaman ve mutlaka çakışması gerekmez. Bu sıradan insanların başına spiritüel araştırmadaki kişilerin başına geldiği kadar gelmez, çünkü spiritüel araştırmadaki kişiler daha hızlı bir gelişim istemiş ya da bunun için dua etmişlerdir.

Bazı davranış kusurları, karakter zayıflıkları düzeltilemez şeyler midir? Kendinize yeterince zaman, yani yeterince ömür tanıyın, göreceksiniz değişime ve düzelmeye direnemeyeceksiniz, yani Dünya Fikrine direnemeyeceksiniz. Tanrı dinsel dilde iradedir.

(16)

Yaparak Öğrenmek

Yaşam insanları mutlu ya da mutsuz yapmaya çalışmaz. İnsanların anlamasını sağlamaya çalışır. Mutlulukları ya da mutsuzlukları anlamadaki başarı ya da başarısızlıklarının yan ürünü olarak ortaya çıkar.

Düzelme için motive edici bir kuvvet olarak nefrete değil sevgiye inanıyorum. Aynı zamanda, bencil ve acımasız olanı cezalandırmak için karmayı iş başında görüyorum ve kim ne derse desin karşı konulmaz bir şekilde işini yapacağını biliyorum. Tanrı asla hata yapmaz, bu evren de kusursuz yasalarla çalışmaktadır. Ne yazık ki acı onun başlıca gelişim araçlarından biridir, özellikle de insanların sezgi, mantık ve spiritüel kehanetlerden bir şeyler öğrenmeyecekleri durumlarda.

Başkalarını kurnazca inciten kişiler eninde sonunda kendilerini de incitirler. Çünkü ilişkilerinde sevgi ilkesini, gelişimimize yol açan yüksek yasaların parçası olan bir ilkeyi inkar ederler ve bu inkarlarının cezasını çekmek zorundadırlar.

Gözleyen kişiye göre ödüllendirici ya da cezalandırıcıymış gibi görünmesine karşın karma aslında yansızdır.

Herkes için belirli bir neden olmadan yaşam süresince sıkıntılara ya da hayal kırıklığı yaratan deneyimlere katlanmayız. Sebebini öğrenmek için zahmete katlanırsak, bu deneyimi zaptedebilir ve karakterimizi güçlendirebiliriz ya da deneyimin bizi zaptetmesine ve karakterimizi kötüleştirmesine izin verebiliriz. Çok sayıda çeşitli deneyim aracılığıyla bize düşünce ve yargı, irade ve sezgi kapasitelerimizi oluşturma fırsatı verilir. Doğru bir şekilde ele alınan deneyimler daha alt bir açıdan daha üst bir açıya geçmemiz için etkili araçlar olabilirler. Bir romancının öykü için malzeme olarak kullanması gibi, ister acı verici ister hoşa giden bir deneyim olsun, her deneyim kendi dersleri için kullanılmalıdır.

Eylemlerimizin sonuçlarını bildiğimizde, bu eylemlere yol açan fikirlerin değerini de bilme şansımız olur. Başka bir deyişle, deneyim, izin verirsek, sorumluluk getirecektir; bu da beraberinde gelişimi getirecektir. Kader bazen insanlara istedikleri şeyi verecek biçimde şekillenir, bu sayede bu deneyim aracılığıyla er geç onu daha adil bir şekilde değerlendirmeyi öğreneceklerdir. Deneyimin diğer tarafını, çoğu kez arzunun görmekten alıkoyduğu tarafı görme fırsatları olur.

Kader aynı zamanda tersi bir biçimde de şekillenebilir ve diğer insanların isteklerinin yerine getirilmesini engeller. Bu engellenmeyle, burada dar, yalnızca bencil bir tatmin için değil, aynı zamanda ve öncelikle, Dünya Fikrinin oluşturulması gibi, daha büyük amaçları yerine getirmek için bulunduğumuzu öğrenme şansına sahip olabilirler.

Alın yazısının önemsiz olduğu ya da varolmadığı öğretiler, gerçek mutluluğa asla varamayacak olan öğretilerdir, çünkü daha önce işittiğimiz şeyin görülmemesine yol açan o körlüğü gösterirler. Alın yazısı

(17)

vardır ve bu gerçekle yüzleşip kabul etmek bilgece olur. Varolduğunu kabul etmeyi reddetmekle sınırlanmaz. O vardır ve ne kadar dua ya da konsantrasyon olursa olsun bu onu uzaklaştırmayacaktır, çünkü insanlığın yararı için -bizim etik ve entelektüel eğitimimiz için- bulunmaktadır ve bu dünyada yaşarken biri olmadan diğerine sahip olamayız.

İyi ya da kötü talihle ilgili bir hesap verirken, insanlar genellikle her deneyimden kazanılmış olan etik değerleri katmayı unuturlar. Ama bu tür konularla ilgili biraz anlayış kazandığımızda, elimizde olmadan yalnızca entelektüel bir dogma olarak değil, aynı zamanda içten bir inançla kişisel sorumluluk gerçeğini meydana çıkarırız.

Karşılık yasası, itiraz eden kişinin, nüfuz ve refah sahibi olmak için başka insanların ezilmiş yaşamları üzerinde yükselmiş olan merhametsiz, acımasız kişiler olduğu kanıtını ileri sürmesiyle hükümsüzleştirilemez ya da doğru olmadığı kanıtlanamaz. Böyle kişilerin mutluluğu ya da refahı tek başına banka hesapları ya da sadece toplumdaki statüleriyle gerektiği biçimde yargılanamaz. Aynı zamanda onların fiziksel sağlıkları, zihinsel sağlıkları, rüya durumundaki vicdanları, ev içi ve aile ilişkilerinin koşullarına da bakın. Bir sonraki reenkarnasyonlarına da. Bu durumda, ancak bu durumda, bu yasanın varlığı ya da yokluğu doğru biçimde yargılanabilir.

Öyle kolayca kötü bir durumdan iyi bir duruma ya da iyi bir durumdan kötü bir duruma geçmeyiz. Büyük bir fedakarlık ve sıkıntı pahasına eksikliklerimizle mücadele ederiz. Bu şeylerin kötülüğü yalnızca açık ya da özde tanrısal sevgiyle herhangi bir mutlak çatışmada değildir. Kendi daha tanrısal doğamızı gerçekleştirme yönünde en sonunda bize yardımcı olacak şey, acı verici bile olsa, iyidir ve bu konuda bizi engelleyen şey, güzel bile olsa, kötüdür.

Kişisel bir acı bu sonuca doğru gidiyorsa, gerçekten iyidir, kişisel bir mutluluk bunu geciktiriyorsa, gerçekten kötüdür. Buna inanmamamızın nedeni, acı varken şikayet etmemiz, tanrısal planda ve tanrısal iradede merhametin yokluğunda acı çekmemizdir. Gerçek iyiliğimizin nerede bulunduğunu bilmeyiz, kör bir şekilde egoyu, arzuları, duygu ya da tutkuları izleyerek, bu iyiliğimizin yerine hayali, aldatıcı bir iyilik koyarız.

Sonuç olarak, Tanrı'nın bilgeliğine inancımızı tam da bu bilgelik kendini gösterdiğinde kaybeder ve Tanrı'nın önemsemesi bize en çok gösterildiğinde Tanrı'nın umursamazlığı hakkında en acı düşüncelere bürünürüz. Alışılmış egoist ve düşüncesizce tutumumuzu terk edecek yeterli cesareti toplayana kadar, iyilik ve kötülük, bundan çıkan mutluluk ve sefaletle ilgili yanlış fikirlerle, sıkıntılarımızı boş yere sürdürmeye ve çoğaltmaya devam edeceğiz.

Elin sahibine acıyla ilgili bir uyarı sinyali verecek olan bir sinir sistemi olmasaydı kazara ateşe değen bir ele ne olacağım düşünün. Tamamen harap olur ve kullanımı sonsuza dek ortadan kaybolurdu. Burada yanmanın acısı, her ne kadar şiddetli olsa da, gerçekten ateşten elini çekmesi için elin sahibim ikna

(18)

etmiş olsaydı, kılık değiştirmiş bir arkadaş gibi davranmış olacaktı. Acı fiziksel yaşamı koruduğu sürece, olayların evrensel düzeni içinde haklı sayılabilecek bir yere sahiptir.

Peki ya ahlaksal yaşamı koruma konusunda? Acı, etik varoluşumuzun şimdiki evrimsel evresinde, hazzın doldurduğundan çoğu kez daha yararlı ve daha çok olan bir yer doldurmaktadır. Ama egoizmimiz bu gerçeği görmemizi engeller. Pek çoğumuzun alışılmış biçimde düştüğü anlama sarhoşluğundan bizi uyandırmaktan başka bir şey yapmasa da acı yararlı bir şey yapmış olacaktır. Eflatun cezayı hak eden bir kişinin bundan kurtulmasının bir talihsizlik olduğuna dikkat çekmiştir.

Her şey bir yana, ceza onun bir yanlış yapıldığına dair anlayış kazanmasını sağlayabilir, böylelikle de karakterini arındırabilir. Yine, acı yoluyla bir kişinin acımasızlığı, kibri ve şehveti ortadan kalkabilir, çünkü bunların sadece sözlerle düzeltilmesi neredeyse mümkün değildir. Örneğin, karmik telafi işleyişiyle kabarmış bir "ben" duygusuna verilen acı gerçekte bir bıçakla bir apseyi açan bir cerrahın verdiği acıdan daha fazla ceza değildir.

Yaşamı planladığı çizgide gelişmediğinde, zihni karışacak ve yavaşça kendinden kuşku duyma ortaya çıkacaktır. Bu durumda, yeni kötü karma döngüsünün açığa çıkardığı engellenme ve hayal kırıklığı aracılığıyla başarı ve zafer aracılığıyla alamayacağı o dersleri öğrenmesi için başarma tutkusuyla dolu olan kişi daha yüksek benliği tarafından kontrol altına alınır.

Yapılan yanlışlarla çekilen acı arasındaki bilinçaltı bağlantı, aynı tür eylemlerle daha çok uğraştıkça, kendimizi daha kararsız ve daha rahatsız hissetmemize yol açar.

Duyarsız bir benlikçilik kötü bir yatırımdır. Çünkü ihtiyaç anında yardım edecek, sıkıntı anında teselli edecek hiçbir şey olmayacağı anlamına gelir. Dışarıya ne yansıttıysak geri döndüğümüzde onunla karşılaşırız.

Kendi yolu üzerinde olanları insafsızca ortadan kaldıran merhametsiz bir bencil, zamanı geldiğinde kendisi de böyle sert muamele görecektir.

Bir avcının saçmasıyla ölümcül bir yara almış olan geyik, Yaşam'a, niçin bu kadar acı çektirdiğini soramaz, ama bir katilin kurşunuyla ölümcül bir yara almış olan bir insan, bunu yapabilir.

Yaşam çarkı, çeşitli türde deneyimlerle dönüp durur ve bizler, talihsiz bir şekilde ona bağlıyızdır. Ama sonunda, olup bitenler hakkında anlayış ve bunun üzerinde güç kazandığımızda, serbest bırakılırız. İnsan karakterinin demiri, acı deneyimlerin kızgın ocağında, tavlanmış çeliğe döner.

(19)

Özgürlük, Kader, Alın Yazısı

Göründüğü kadar çaresiz olduğumuz sanılmamalı. Alın yazımızın büyük bölümü geçmişte kendimiz tarafından oluşturulmuştur. Alın yazısını oluşturduk, bu yüzden değiştirmeye de yardımcı olabiliriz. Alın yazısı bizi kontrol eder, ama özgür irademizin de alın yazısı üzerinde bir miktar gücü vardır. Ancak, bu durum yalnızca yaşadıklarımızdan aldığımız dersler ve özgür iradeyi yaratıcı bir şekilde kullanmamız ölçüsünde doğru olacaktır.

Ne yaşamın efendisi olduğuna inanan Batının küstah ve kibirli tutumunu, ne de yaşamın kurbanı olduğuna inanan umutsuz Doğu tutumunu kabul edebiliriz. Biri, insanın yaratıcılığına aşırı değer verirken, diğeri bunu küçümser. Biri, tüm insani kötülükleri uzaklaştırabileceğine inanırken, diğeri bu kötülüklere, çaresi olanaksız gözüyle bakar.

Alın yazısına duyulan inanç, tüm enerjiyi felç etmesine ve tüm cesareti boğmasına izin veriliyorsa, yeniden incelenmelidir. Özgür iradeye duyulan inanç, insanları egoist, küstahça bir kibir ve materyalist bir bilgisizliğe götürüyorsa, bu da yeniden incelenmelidir.

Kader ve özgür irade hakkındaki eski tartışmalar sonuçta tamamen yararsızdır. Kendimizi ve çevremizi geliştirmede tamamen özgür olduğumuzu göstermek mümkündür ama aynı zamanda, çaresiz olduğumuzu göstermek de mümkündür. Çünkü her iki durum da söz konusudur ve insanla ilgili herhangi bir durum düşünülürken hesaba katılmalıdır. Dünya Fikri belirli olaylar ve koşulları kaçınılmaz hale getirir. Dikkatsizce kullanmak yerine sözcüklerin anlamını analiz edersek, "özgür irade" durumunda, bu terimin çoğu kez simgelediği düşünülen fikirden çok ters bir fikri simgelediğini görürüz. Şehvetlerinin ve tutkularının kölesi olmuş kişilerin gerçek özgürlüğü nerede? Kendi iradeleri olduğuna inandıkları şeyi ifade ettiklerinde, aslında bu şehvet ve tutkuların iradesini anlatmaktadırlar. Arzular, tutkular, çevreler, kalıtım ve dış telkinler, eylemlerimizin gerçek kaynağı olduğu sürece bizim gerçek özgür irademiz nerede?

Arzulardan kurtulmuş bir özgürlük olmadan, irade özgürlüğü olmaz. Kendi gerçek benliğinizi bulmadığınız sürece gerçek iradenizi de bulamazsınız. Kader-özgür irade sorunu, çözülmeden önce anlaşılmak zorundadır. Ve bu anlayış, pek kullanılmayan anlamların peşindeki yaklaşım dururken, olağan yüzeysel yaklaşımla elde edilemez. İrademiz özgürdür, ama sadece göreceli olarak.

Tam bir özgürlük yoktur, diğer yandan tam bir zorunluluk da yoktur. Sınırlı bir özgür irade, sınırlar içinde bir özgürlük vardır. Felsefe, insanlıkta bu özgürlüğün temeli olarak, hem bizde bulduğu zekayı, hem de bu zekanın ortaya çıktığı Tanrısal Ruh'u ileri sürer.

Materyalist "determinizm" doktrini doğrulukla yanlışlığın bir karışımıdır. Dış yaşamımızın, kendi dış koşullarımız ve olaylarla belirlendiğine doğru biçimde işaret eder. Bizi, bu koşullara ve olaylara seçtiğimiz

(20)

biçimde tepki verme özgürlüğünden, hatalı bir şekilde mahrum bırakır. Ahlaki seçimin ilgili olduğu yer tamamen yanlıştır.

Tüm yolumuz boyunca, gerçekten yapmak istediğimiz şeyi yapmak için, iki yol arasından birini seçme şansına sahip olacağımız herhangi bir nokta var mı diye sorabiliriz. Özgürlüğümüz, bir eylemle diğeri arasında seçim yapmakta özgür olduğumuza, ama bu eylemlerden ortaya çıkan sonuçlar arasında seçme özgürlüğümüz olmadığına dayanır. Dışarıdaki geleceğimiz ne olursa olsun, içerideki özgürlüğümüze sahip çıkabiliriz. Yaşamla ilgili amaçlarımızı dilediğimiz gibi belirleyebilir, kendi inançlarımızı seçebilir, arzularımızdan hoşlanabilir ve hoşlanmadığımız şeyleri ifade edebiliriz. Burada, bu düşünce ve duygu, etki ve tepki alanındaki özgür irade, büyük ölçüde bizimdir.

Doğru ve yanlış arasında seçim, ancak bunu yapmak için irade özgürlüğü varsa varolabilir. Materyalist determinizme göre, insanoğlu ne sorumlu ne de özgürdür. Bir kişi suçluysa ya da suçlu olursa, çevre suçlanır, kalıtım suçlanır, toplum suçlanır; ama birey suçlanmaz. Spiritüel determinizm, karma (karşılık), suç işleme konusunda bize böylesine büyük bir izin vermez. Her birimizin kısmen, hem geçmişte hem de şimdi, kendi karakterimizin ve sonuçta ortaya çıkan alın yazımızın yazarı olduğumuzu ileri sürer.

Özgür iradenin varlığını onayladığımızda, dolaylı olarak kaderin varlığını da onaylamış oluruz. Çünkü özgürlük düşüncesinin zihinde ortaya çıkma biçimi konusundaki araştırma, bunun daima kader düşüncesiyle birlikte ortaya çıktığını gösterir. Biri inkar edilirse, diğeri de inkar edilmiş olur.

Her yaşamda, geçmiş karmanın sonucu olarak, belli bir miktar alın yazısı vardır, ama eğer tecrübe edildiyse bir miktar özgür irade de vardır. Yaşamımızdaki her olay karmik değildir, çünkü şimdiki eylemlerimizden de oluşturulmuş olabilir. Her kim, tüm eylemlerinin tamamen kendi kişisel seçimlerinin sonucu olduğunu düşünüyorsa ve her kim, eksiksiz bir özgür irade yanılsamasına kapılmışsa, egosu tarafından kör edilmiş ve aklı çelinmiş demektir.

Bu kişi, belli zamanlarda, başka bir seçenek olmadığından başka bir şekilde davranmanın imkansız olduğunu, gerçekten görmez. Böyle bir imkansızlık kendini gösterir çünkü, koşulları düzenleyen veya anlaşılabilir bir örüntüden hareketle ortaya çıkan bir yasa mevcuttur. Karma, gelişim ve bireyin düşünce eğilimi bu gidişatın başlıca özellikleridir.

Belli bir kişiyle, tesadüfen, önemli sonuçlara yol açan bir karşılaşma yaşamamış olsaydık, yaşamımızın gidişatı ne kadar farklı olurdu fikri, boş ümitler uyandıran spekülasyonlar için bir malzemedir. Kader kimi zaman pamuk ipliğine bağlıdır deriz; ama hep böyle birbirine bağlı, karışık koşullar düğümüne bağlıdır; tek biri değişmiş olsa, işlerin ne kadar farklı olacağı yönündeki spekülasyon oyunu, her ne kadar ilginç gelse de, nafile bir oyundur.

Bir kişinin tüm alın yazısı, bir olaya, bir karara, bir duruma bağlı olabilir. Ve bu tek sebep, sonradan gelecek tüm yıllar için anlamlı olabilir.

(21)

Karmanın iradesi, yaşamımızın belli bir parçasında ya da belli bir olayında hüküm sürüp diğer parça ya da olaylarda hüküm sürmemezlik edemez. Burada olup da orada olmamazlık, geçmişte olup da şimdi de olmamazlık edemez. Daha da ileri gidilecek olursa, kendini yalnızca başlıca parçalarla sınırlayıp ikincil olanlarla sınırlamamazlık edemez. Ya hep vardır ya da hiç yoktur. Eğer karma, yaşadığımız olaylara biraz daha fazla alın yazısı katıyor ve bu, Batılıların kendilerini rahat hissetmelerini sağlıyorsa, gerçeğin diğer yüzünün, insanlığımızın derinlerindeki yaratıcı ve tanrısal zekayı ve buna eşlik eden özgürlüğün sınırlarını hatırlamalıyız.

Karşılık yasasının, ebedi ve ezeli bölünmemiş Yüksek Benlik, gerçek varlık üzerinde yetkisi yoktur, yalnızca beden ve zihin, geçici ego üzerinde yetkiye sahiptir.

Özgür iradeli kader doktrinine karşı çıkan, mutlak bir irade özgürlüğü ileri sürenler, özgür iradenin bir cinayetin sonuçlarını nasıl değiştirebileceğini göstermek zorundadırlar. Ölene yaşamı geri verebilir ya da suçluyu ölümden kurtarabilir mi? Öldürülen adamın eşinin mutsuzluğunu yok edebilir mi? Hatta katilin vicdanından kaynaklanan suçluluk duygusunu giderebilir mi? Hayır, bu sonuçlar, kaçınılmaz biçimde söz konusu eylemi izleyecektir.

Astroloji gibi inanışlara yapılan aşırı vurgu, sıkıntıya girmenize hatta yaratıcı olanaklarınızı tamamen unutmanıza neden olabilir. Bunlar aynı sarkacın her iki uçtaki salınımlarıdır. Astroloji, eğilimler ve eylemlerde karma zeminine dayanır. Karar özgürlüğü her bireyin Yüce Benlikten aldığı yaratıcılığı ifade etmesine olanak tanıyan evrimsel bir ihtiyaca dayanır. Gerçeği bulmak için her iki faktörü de göz önünde bulundurmalısınız.

Özgürlük kalbinizde, yani Yüksek Benliğinizde, vardır. Kader yüzeysel yaşamınızda vardır, yani kişiliğinizde. İnsanoğlu, tüm bu varlıkların bir bileşimi olduğu için, ne mutlak bir kadercilik, ne de mutlak bir özgür irade tutumu tümüyle doğrudur ve görünen yaşam da, özgürlük ve kaderin bir bileşimidir... Hiçbir eylem, tümüyle özgür ya da tümüyle kadere bağlı değildir; her şey, bu karışık çift karaktere sahiptir.

Kalıtım, eğitim, deneyim, karma (hem kolektif hem kişisel), özgür irade ve çevre, yaşamak zorunda olduğumuz yaşamın, hem dış hem de iç dokusunu oluşturacak biçimde çalışır. Kendi alın yazımızın dokusunu öreriz, ama kullandığımız iplik, geçmiş düşünce ve eylemlerimizin bizi zorladığı bir tür renk ve nitelik taşır. Sözün kısası varoluşumuz, yarı bağımsız, yarı önceden kararlaştırılmış bir karaktere sahiptir. Karma kendi yaptıklarımızın sonuçlarını bize getirir, ama bunlar, üstün yasa olan ve olayların gidişatını biçimlendiren Dünya Fikrine uygundur.

Her bireyin kişisel özgürlüğü, belli bir mesafeye dek uzanır, sonra da kendini, kaderle kuşatılmış bulur. Bu sınırın dışında kişi kendini bir bebek kadar çaresiz bulur ve orada hiçbir şey yapamaz.

(22)

Yunan trajik dramaları, olayların art arda daha yüksek bir gücün -alın yazısının- emrindeki bir kişiye karşı nasıl dönebileceğini gösterir. Evrensel irade ters bir yönde gelişirken, küçük insanın felaketleri nasıl önleyebileceğini ya da belalardan nasıl kurtulabileceğim anlatır.

Kişisel planlama, ancak alın yazısının onayını aldığı sürece amaçlarına ulaşabilecektir.

Daha yüksek bir gücün emrettiği şey, meydana gelmek zorundadır. Ama kendiniz için yapmış olduğunuz şeyi değiştirebilir ya da eski haline getirebilirsiniz. İlki kaderdir, ikincisi ise alın yazısı. Biri, kişisel egonuzun dışından gelir, diğeri ise kendi kusurlarınızdan. Ruhunuzun evrimsel iradesi olayların doğasının bir parçasıdır, ama her ne kadar yüzeysel de olsa, kendi eylemlerinizin sonuçları, kendi kontrolünüz altındadır.

Yaptığınız her hareketin ve başınıza gelen her olayın, her açıdan önceden kararlaştırılmış olduğu doğru olsaydı, ister istemez bunu izleyecek olan ahlaksal sorumluluğunuzun yok oluşu, sizin için olduğu kadar toplum için de felaket olabilirdi.

Karmanın ağı, yüzyıllarla birlikte, yaşamlar arttıkça çevrenizde gerginleşir ya da ego giderek daha tarafsız olmaya başladıkça incelir.

Kaderimizde olan karar, gizemli bir şekilde iradeli özgür seçimlerimizdeki dişlilerini birbirine geçirdiğinde kesin sonuç ortaya çıkar.

Özgür irade karşı Kader, tamamen yapay, bu nedenle de genellikle çözümsüz olan çok eski ve yararsız bir tartışmadır. Bu ikisi bir karşıtlık değil, birbirlerini tamamlayıcıdırlar. Zıtlık içinde değildirler. Bilge olan, ikisini birleştirir. Karma ve evrim faktörleri hakkında bilgi olmadığında, böyle bir konuyla ilgili her tartışma gerçek dışı, yüzeysel ve aldatıcıdır. Çünkü ruhsal varlık açısından baktığımızda varlık sınırsız bir özgür iradeye sahiptir; ama bedenli olarak bu özgürlüğü sınırlıdır. Bu ince nüans anlaşılmadan hiçbir şey çözülemez.

Alın yazınıza meydan okumaya kalkışabilirsiniz, ama ruhunuzu özgürlüğüne kavuşturmadığınız sürece, sizi yenecektir.

Alın yazısının olması için yönlendirdiği şey paradoksal bir şekilde özgür irademizin kullanılması aracılığıyla meydana gelir.

Özgürlük ve Çevre

Hepimiz tarihte belli bir zamanda yaşar ve bu dönem süresince belli bir yerde (ya da belli yerlerde) bulunuruz. Peki niçin şimdi ve burası? Yanıt için sonuçlar yasasına, bir dünyevi ömrü, önceki bir dünyevi ömre bağlayan yasaya bakın.

(23)

Çevremiz tarafından yaratıldığımızı söylemek tamamen yanlış olur. Çevremiz tarafından koşullandırdığımızı, desteklendiğimizi ya da engellendiğimizi söylemek doğru olur ama, bu da yalnızca kısmen doğrudur. İçimizde, çeşitli noktalarda ve farklı özelliklerde, tüm çevresel telkinlerden bağımsız, bazen de bunlara tamamen karşı olan bir bilinç taşırız.

Çünkü, dünyadaki ilk günden itibaren, gizlice sevdiğimiz ve sevmediğimiz belirli şeylere, belirli bir düşünce ve eylem çizgisi boyunca yeteneklere sahibiz; bunların toplamı, kendilerini gösterip sonra da kendilerinden geliştikleri gibi, kişiliğimizi oluştururlar. Elbette, bu tür bir süreç ister istemez zaman alır. Biyolojik kalıtsal katkılar bu sonuç doğrultusunda neredeyse tamamen belirli bir şeydir ama önceki reenkarnasyonlar daha fazla katkıda bulunur.

Çevre, bir kişinin doğasında var olan nitelikleri meydana çıkarmaya ya da bunların kendilerini göstermesini önlemeye yardımcı olur, ama bu tür nitelikleri yaratamaz. Yaratmış olsaydı, dahiler her okuldan ve stüdyodan sipariş edilebilirdi.

Kötü çevre, gerçekte kötü karakter oluşturmaz. Bunu açığa çıkarır ve gelişimini destekler. Zayıflık orada zaten gizli olarak bulunmaktadır.

Güçlü ya da sağduyulu insanların yıldızlarına hükmedebildikleri ve koşulların üstesinden gelebildikleri doğru olmakla birlikte, bunu yapacak olan güç ve sağduyunun içeriden geldiği, sonradan kazanılmadığı ve bu tür insanlarda doğuştan var olduğu da aynı derecede doğrudur ve bu çoğu zaman gözden kaçırılır. Sıradan insanlar, kahraman ya da melek gibi değillerdir ve kendi ruhlarının, koşulların üzerine çıkamayacağını ve cesaretlerinin, kuşku götürmez bir şekilde çevrelerinden etkilendiğini kısa sürede öğrenirler.

Belli bir çevrede yaşamanız önceden kararlaştırılmış olabilir ama bu, çevrenin sizi etkilemesine izin verme biçimi önceden kararlaştırılmış değildir.

Karşılaşılan kişiler, karşı karşıya kalınan olaylar ve ziyaret edilen yerler son derece önemli olabilir, ama sonuçta, kişinin onlar hakkındaki düşüncesinden daha önemli değildir.

Bir zamanlar hayatımıza girmiş olan ya da bir noktada buna karışan herkes, bize iyilik ya da kötülük, bilgelik ya da aptallık, şans ya da bela getiren, farkında olunmayan birer kanaldır. Bunun olmasının nedeni meydana gelmesinin -karşılık yasası yönetiminde- önceden takdir edilmiş olmasıdır. Ama bizim dıştaki sorunlarımızı etkileme derecesi kısmen bizim bunu yapmalarına izin verme derecemiz, davranışları, konuşmaları ya da varlıklarının yaptığı telkinleri kabul etme ya da reddetmemizle belirlenir. Sonucunda sorumlu olan bizizdir.

(24)

çevreyi zaptetmesi biçiminde yorumlayabiliriz. Ama bunu başaramayanlar şansın kendilerine karşı olduğu inancı ya da çevrenin üstesinden gelme kapasitelerinin olmadığı biçiminde yorumlayabilirler. Böylece, bazılarının bu tür insanların biyografilerini yorumlamadan bir umut mesajı, bazılarının da hayal kırıklığı değilse bile yalnızca engellenme duygusu aldıklarım görürüz. Her iki görüşte de bir gerçeklik payı olabilir, ama bunun ne kadar olduğu kişiden kişiye değişecektir.

Zengin bir ailenin çocuğu olarak doğan bir kişinin büyük yetenekleri olabilir, ama bunları asla kullanamayabilir. Yetenekleri kendileriyle birlikte ölür, çünkü bu kişiler asla zorunluluğun teşvikini hissetmezler. Yetersiz ya da orta düzey araçlar dürtü verebilir. Yoksulluk ne kadar kötü olursa, dürtü de o kadar büyük olur. Bu katı bir gerçek gibi görünebilir, ama bazı kişiler için geçerli olan bir gerçektir.

İster aşırı yoksul bir sefalet içinde ister saraylara layık bir ihtişam içinde dünyaya gelin, eninde sonunda kendi spiritüel düzeyinize yeniden varacaksınız. Çevre, zaten kabul edildiği gibi, yardımcı olacak ya da engelleyecek biçimde güçlüdür, ama Ruh'un ataları hala daha güçlüdür ve sonucunda çevreden bağımsızdır.

Grup Karma

Karma sadece tek başına bireylere değil, aynı zamanda topluluklar, kasabalar, ülkeler, hatta kıtalar gibi gruplara da uygulanabilir. Hiç kimse insanlığın geri kalanından kaçamaz. Her şey birbirine bağlıdır. İnsanlar, neredeyse herkesin yaptığı gibi, kendi hayatlarını yaşadıkları ve başkalarının buna katıldıklarını düşünerek kendilerini aldatabilirler, ama er geç yaşanan şeyler hatalarını açığa çıkarır.

Hepimiz eninde sonunda tek bir büyük aileyiz. Deneyim üzerinde düşünmenin öğrettiği şey budur. Gerçek hakkında iyice düşündüğümüzde, er geç, Yüksek Benlik olarak, -tıpkı tek bir bedenin kolları ve bacakları gibi- her şeyin tek bir varlık olduğunu öğreneceğiz. Bunun sonucu her birimizin kendimizinki kadar başkalarının da mutluluk ve sağlık içinde yaşamasını dikkate almak zorunda olduğudur, bunun nedeni ise yalnızca karmanın kişiye öğretmek için iş başında olması değil, ayni zamanda tüm insanlığa birliğinin son ve en üst düzey dersini öğretmek için iş başında olmasıdır.

Bu fikir son savaşa [II. Dünya Savaşı] uygulandığında, ikincisinin kısmen (yalnızca kısmen) zengin olanların yoksul olanlara, iyi yönetilen ulusların kötü yönetilen uluslara, birinin ülkesinin haklı olduğunu, diğerininse olmadığına, bu yüzden de talihsiz olsa da bunun kendi sorunları olduğuna dair yalıtıma duyguya kayıtsızlığın sonucu olduğu görülür. Sözün kısası, komşularından biri yoksul ve sefalet içindeyse, hiçbir ülke için gerçek bir refah ve mutluluk yoktur; her biri kardeşinin bekçisidir.

Karşılığın işleyişi (bir karma parçası) aynı zamanda kendi eylemleri ya da düşüncelerinin bunu meydana getirdiği kişiyle yakından ilişkili olanları da etkiler.

(25)

Karma bireysel bir konu değildir, asla da olamaz. Bir bütün olarak toplum, suçu yaratan ayak takımını yaratır. Toplum suçunu açıklamak için onu kullanıyorsa, o da kendi sırası geldiğinde suçlu karakterinin mümkün hale gelmesini açıklamak için toplumu kullanır. Sonuç olarak, toplum, daha küçük bir derecede olsa bile, onun kötülüklerinin karmik sorumluluğunu onunla paylaşmak zorundadır.

Bütün bir halk yanlış yapma yolu boyunca ilerlediğinde, kendi arınmaları ve aydınlanmaları için acıyı çağırmış olurlar. Bencillik topluma egemen olduğu sürece, toplumun da kendi acıları olacaktır. Uluslar, diğer ulusların acılarına kayıtsız kaldıkları sürece, kendileri de er geç bu acıları paylaşacaktır. Varlıklı bir halk, yoksul halklara yardım etmeyi reddetmesinin; güçlü bir ulus, diğer ulusların zulmüne sessiz kalmanın; saldırgan bir ırk, zayıf ırklar üzerindeki zora dayanan baskısının kısmi sorumluluğundan kaçamaz. Dünya savaşları, bu gerçekleri yeterince göstermiştir.

Dünyada neler olup bittiğini anlamak istiyorsak, ilk önce kıtasal ve ulusal karmanın bu sıkıntıların gizli sebepleri olduğunu anlamamız gerekir.

Bir ulus, içindeki her bireyin ona katılmasıyla ortaya çıkar. Siz de, düşünce ve davranışlarınızla kendi ulusunuzun karmasını oluşturmasına yardım edecek olan bu bireylerden birisiniz. Kolektif alın yazısı konusu oldukça karmaşıktır, çünkü bireysel alın yazısından çok daha fazla sayıda öğeden oluşur. Belirli bir ulusta doğan her birey, kendi bireysel karmasının yanı sıra o ulusun genel alın yazısını da paylaşmak durumundadır.

Her ne kadar kendi seçimleriyle ulustan uzaklaşsalar ve başka bir ülkeye göç etseler bile bu durumda da, ya onlara daha fazla fırsat verip geliştirerek ya da kötüleşmesine yol açarak, kendilerininkini değiştirmesi ve kendi izini bırakması kesin olan yeni bir kolektif alın yazısını paylaşacaklardır.

Yavaş yavaş gelişen, sonra da gerçekleşen kolektif bir ulusal karma vardır. Bir insan grubu, ister bir ülkede olsun ister bir şehirde, birarada yaşadığında ve birlikte çalıştığında, giderek kendileri için taşımak zorunda oldukları ulusal ya da toplumsal bir alın yazısı oluştururlar. Sonuç bazen iyi, bazen kötü olur, ama genellikle bu ikisinin bir karışımıdır. Bu nedenle tarihte, ulusal bir alın yazısı ve ırksal bir kader türünden şeylere rastlarız.

Hiçbir ulus kendi kabul ettiği kanunlar ve cezalar, fikirler ve eylemler, ilkeler ve sadakatların kolektif sorumluluğundan kaçamaz.

Doktrinleri kabul eden, emirlere uyan, körü körüne izleyen kişi, sorumluluğu üyesi olduğu organizasyona kaydırır. Ama bu girişim başarısız olur. Karma yalnızca kolektif değil, aynı zamanda kişiseldir de. Bir birey olarak kişi bundan kaçamaz.

Diyelim ki, farkında olmadan bir karar aldınız. Bu karar, taraftarı olduğunuz bir parti ya da inanca bağlılığınızın ve itaatinizin içinde saklıdır. Dolayısıyla, hala sorumlusunuz ve hala kişisel karma

Referências

Documentos relacionados

1991 tarihli Ders Geçme ve Kredi Sistemine uygun olarak hazırlanmıĢ olan öğretim programında Türk Dili ve Edebiyatı dersleri, Edebiyat, Türk Dili ve Kompozisyon

sonra, aruzla birlikte hece veznini de kullanan ve yirmi bir yaşından itibaren sadece, Türk dilinin kendi iç musikisine daha çok uyan millî vezinle; hece vezniyle, yazacak

Bir metni daha iyi anladığı iddiasında olan veya metnin okuyucular tarafından daha iyi anlaĢılmasını hedefleyen kiĢiler, gerek edebî gerek dinî veya diğer

Biz burada bir ay gecikmeyle travmatik kalça çı - kığı ve asetabulum posterior dudak kırığı olan bir hastaya açık redüksiyon yaptığımız ve femur başını

sıfatları ezelî ve hakik î olarak kabul eden Ehl- i Sünnet‟in geneline göre, sıfatlar Allah‟ın zâtı ile k âim olan ve O‟nun zâtının ne aynı ne de gayrı

Bu çalışmada, Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anestezi Yoğun Bakım ve Reanimasyon Kliniği’nden gelen hasta örneklerinden soyutlanan maya mantarlarının

Halit Fahri Ozansoy’un günümüze kadar Latin harflerine çevrilmemiş şiir kitabı olan Gülistanlar ve Harabeler adlı eserinde tasvir ettiği bahçe imajları ve

Yusuf Ziya Yörükan yazmıĢ olduğu Ġslam Dini Tarihi ve Peygamberimiz isimli kitaplarında Hz. Muhammed‟in hayatını ve Ġslam‟ın ilk yıllarında meydana