• Nenhum resultado encontrado

Kalp-İkliminde Feth-i Ûruc

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kalp-İkliminde Feth-i Ûruc"

Copied!
130
0
0

Texto

(1)

“K”ALP “İ”KLİ“M”İ ?

[10]

+

M A K A L A T

[7]

+

M.SAİD TÜRÂB

[10 . 0 = 0]

+

=

[17]

(2)

İÇİNDEKİLER

*K+alp *İ+kli*M+i’nde İlk ‘18’ Remz...1

Önsöz …..………..……...……...3

İlk Söz ….………...….…...……...4

İlk Emir Oku ve İkinci ‘18’ Remz...…..…...……….……...….…..12

Kalp İkliminde Feth-î Urûc – I…...……….…...…....…...13

Kalp İkliminde Feth-î Urûc – II...……..………...…..……...26

Kalp İkliminde Feth-î Urûc – III...………...…....…….…...35

Kalp İkliminde Feth-î Urûc – IV…..……..………...……...….53

Kalp İkliminde Feth-î Urûc – V….….………..………...….…...62

Kalp İkliminde Feth-î Urûc – VI………...………..………...…...…..68

Kalp İkliminde Feth-î Urûc – VII………...…………..………...…….…….……...75

Kalp İkliminde Feth-î Urûc – VIII………...…………...……....…….….……..82

Kalp İkliminde Feth-î Urûc – IX………...………..……….…....92

Kalp İkliminde Feth-î Urûc – X………...………....…..105

Kalp İkliminde Feth-î Urûc – XI………...….………...…….…….…...114

(3)

Bu kitap: Efendimiz’in(sav) şairlerinden Kâ’b bin Malik’in(r.a) aziz, latif, kir kabul etmeyen pak ruh-î şeriflerine îtaf olunur.‘Allah beni ancak doğruyu söylemem sayesinde kurtardı. Hayatta kaldığım müddetçe doğruyu söylemek de tevbemin tamamıdır.’ ( Kâ’b bin Malik r.a)

ÖNSÖZ

Asrımızın en büyük sorunlarından biri haline gelen, insanın ruhu ve manevi boyutlarının sürekli ihmal edilerek kendisine yabancılaşması karşısında ortaya çıkan tatminsizliklerin sonucunda sonsuz bir yokoluşa dek bireyleri hoyratça sürükleyebilen, zincirleme olayların birbiri ardına devam ettiği bir devirde, bizi biz yapan tarihi ve kültürel değerlerimizi

hatırlatmayı; yapılması gereken en önemli bir vazife telâkkî ederek, bir çok dünyevî imkân ve fırsatlardan tecerrüt ederek, insan şahsiyetinin yeniden inşâ edilebilmesi için Rahmani patikalara döşenen kaldırımların, o yolda yürümeye dünyaya gelmekle, farkında olarak veya olmayarak talip olmasına rağmen, sürekli bir koşuşturmaca ve arayış içinde bulunan

günümüzün modern bireylerinin yolunu aydınlatmasını sağlayacak, gerekli ta’lilleri, tahkik ve tahlilleri yaparak kendi özüne yaklaştırabilmek, kendini gerçekleştirebilmesine yardımcı olabilmek ve attığı her adımda bastığı taş ve toprağın altında saklı kalan küfriyatı gidermek, üzerindeki tüm sırların perdesini kaldırmak, uzak olan hak ve hakîkatleri, ilk yaratılan nurun izinden giderek insanlığa aklının kabı ölçüsünde, fehmîne ve idrâkine yakınlaştırmak, hayatı doğru okumak ve emredildiği gibi dosdoğru olabilmek ve rahmet deryasına, hidayet

köprüsünden geçerek ulaşabilmek, zıtlıklar içerisindeki harkûlade birliği, nurani remzlerle ilk ağızdan insanın kendisine, yine kendinden haber verebilmek, sıcağı-soğuğu, geceyi-gündüzü, aşk-ı firakı, sevinci ve kederi, hayatı-ölümü, yaşı-kuruyu, genci-ihtiyarı, mutîyi ve asiyi, fakiri ve zengini, alacaklıyı-borçluyu, iyiyi-kötüyü, biri ve ikiyi, aslan ile ceylanı, güvercin ile şahini, az ile çoğu, dert ile sefayı, lütfu ve kahrı, dünyayı ve ukbayı, hastalığı ve sağlığı, yakın ile uzağı, hayrı ve şerri, güçlüyü ve zayıfı, zahir ile batını, açıkla-kapalıyı, dostla-düşmanı, doğruyu ve eğriyi, hakkla ve batılı, nazmı ve nesri, sebebi ve sonucu, aç ile toku, ruhu ve bedeni, yeri ve göğü, kız ile erkeği, kalbi ve aklı, aydınlığı ve karanlığı, zalimi ve mazlumu dünü ve bugünü, hasılı varlığı ve yokluğu dönecekleri yerin bir olması ve hiç kimsenin zerre kadar bir haksızlığa uğramadan yaptıklarının karşılığını, ileride bulacak olmalarına inanmanın getirdiği sonsuz bir güven ve sühuletle, nihayetinde hiç istisnasız her bir işin dönüp dolaşıp aslına rücu’ edeceğinin bilincine sahip olarak, kesret içindeki birliği, yani vahdaniyeti hakkel yakîn keşfedebilmek, tevhid kalesine ihlas ile girebilmek, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın fevkalade güzel ifade ettiği gibi ‘Cenabı Mevla dü alemi ben-i adem için / Beni Ademî de kendi marifeti için yaratmıştır / Pes hilkat-i alemden ve ademden / Maksad-ı alâ ve Matlab-ı aksa Marifeti Mevla’dır,’ kevnî alemin ve insanın varlığını özetleyerek aşkın olana aşk ile Marifetullah’a vasıl olabilmek, hikmet pınarlarından kanarcasına içebilmek, zahîdane bir yaşamı tercih eden derviş meşrep sufilerin öğretilerinin özüne dokunmadan, zamanın şartlarına uygun hale getirebilmek, ruhun etrafında cereyan edip-duran metafizik olayları ve kendi batınını okuyarak ibret alan gözün ve akleden kalbin hakkını verebilmek, devamlı olarak deveran halinde hareket ettiği için sıradanlaşmasından mütevellit, üzerinde pek düşünmeye ihtiyaç duyulmadığından; sürekli ihmal edilen insana, hayatındaki mucizevi olayların çokluğunu ve çeşitliğini akıcı ve edebi bir üslupla nefsini tasfiye edip, gönlü teskin edebilmenin önemini gerektiği gibi vurgulayabilmek, hayvaniyetten çıkıp büyük insaniyetin derecelerine, yani İslamiyet’in engin vadilerine; kalp ikliminde seyahat ederken vuk’u bulan mükaşefat ve inkılapları; kalp gözü ve akıl nuru henüz sönmemiş Rabbini aramaya, geçici

(4)

hayat gaileleri nedeniyle zaman ve fırsat bulamamadan dolayı muzdarip olan, Hızır’ın(as) dünyada Kevser havuzundan kaynayan ab-ı hayat iksirini bularak içmesi ve sonsuz bir hayatı ilahi bir ikrâm olarak daha burada bulması gibi susuz kalmış, sadra şifa bekleyen gönüllere hayat bahşeden bir tiryak hükmüne geçmesi, dileğinin bir yansıması olarak gönül aynasından taşan elmaslar ve yakutlar kadar değerli hakîkatlerin, Allah’ın yürüyen kitabı olmasına

rağmen henüz kıymetini takdir edemeyen kimselere mahrem kalması kayd-u şartıyla, sonsuz bir yaşamın reçetesi olarak kaleme alınmış makalelerin insanlara karşılıksız olarak iyilik yapmanın; yalnız kendi gönüllerine mevâhib olarak akan letaiflerin şükründen aciz kaldığının şuurunda olarak, hakîkate meftun olarak geçirilen nice yılların birikimiyle oluşturulan ve zaman zaman kelimelerin sizinle bire bir konuştuğu hissine kapılacağınız, çok yönlü harika bir kitap okuyacaksınız; bu başyapıtı lütfen gözünüzü kapatarak, sözcüklerin sıcaklığını

ruhunuzun parmak uçlarında hissetmeye çalışarak, gerçek özgürlüğü kulluğun derinliklerinde olduğunu manen keşfederek, yatağında akan kan kadar ılık bir okyanusa, yazarla birlikte yelken açarak, cümleleri kalp gözüyle kelime kelime takip ederek okumayı lütfen deneyiniz. Böylece sadece sıradan bir kitap okumaktan çok daha ötesini hissedebilecek, daha büyük bir lezzet ve haz duyarak, vaktinizi en güzel şekilde değerlendirmenin keyfine en iyi bu yolla varacağınızdan emin olabilirsiniz; bir farkla ki eğer şimdiye kadar ki olan yaşantınızda sahip olduğunuz bir sürü önyargı ve başkaları hakkında kişisel tecrübelerinizle veya duyarak edindiğiniz bilgilere binaen taşıdığınız art niyetleriniz varsa, derhal onlardan kurtulmanız gerektiğini beyan etmek, ruhen ûrucu tamamladıktan sonra, saflaşarak fıtratu’l-ûlâ’ya(ilk yaratılış) yaklaştırılmasını, duygu ve tasavvur dünyasında birliği yakalamadan evvel, Nuh’un gemisine binen kimselere; balık sahibinin başına gelenleri hatırlatırız! Aramıza katılma cesaretini kendi nefsinde bulan her potansiyel ‘birr(iyilik) havarisine’ aramıza hoşgeldiniz diyerek, geminin dümenini ruhumuzun biricik kaptanı olan kalbimize teslim edelim; çünkü hayat okyanusunda rotası şaşmayacak olan kimseler, asla unutmayın ki; yalnız ‘kalplerinin sesine kulak vermeyi bilenler’ olacaktır.

İnsanlar genelde önsöz de kendilerinden bahsederler ancak ben Mühendis olduğumu ve en büyük hobilerimden birinin kitap okumak ve araştırmacı bir gözle ülkemde ve dünyada cerayan eden hadiseleri değerlendirmek ve her çeşit insanı inceleyerek hareket etme saiklerinin neler olduğunu ortaya çıkarmak gayretine matuf olan düşüncelerimin, kaleme alınmasından ibaret olduğunu belirtmekle yetineceğim. Güç ve kuvvet sahibi, Alim ve Hâkim olan yalnız Allah(z. c)’dir.

İLK SÖZ

İnsanın beş duyusunun yanında ellerini ve ayaklarını da sayarsak yedi azası vardır. Ve insan sahip olduğu bu organlarıyla ister iyilik adına olsun, ister kötülük adına olsun bunlarla

hareket eder. Dolayısıyla insanın amel defterini oluşturan bu organlardan sûdur eden iş, oluş ve hareketlerdir. Nitekim yedi cennet, yedi cehennem, yedi kat yer, yedi kat gök, yedi gün, Safa ile Merve arasında yapılan yedi sa’y, Şeytan’a atılan yedi taş, Kur’nın yedi okunuş üzere nazil olması, yetmiş kapılı cennet köşkleri, her kapıda yetmiş sedir, her sedirin üzerinde huriler gibi İslâmi literatüre girmiş arifleri çok meşgul etmiş kesretten kinaye olan bir sayıdır tıpkı Elif harfi gibi bu yedi sayısı da. Az önce defter dedik ya, onu elimize aldığımızda neler okuyacağımızın bu gün yaptıklarımızın belirleyecek olması her an hatır da tutulması gereken çok yüksek bir hakikât olarak karşımıza teberküz etse de maalesef her zaman bu bilinçte

(5)

hareket edemeyebiliyor insan. Apaçık düşmanı olduğunu bildiği halde şeytanın adımlarını takip etmeyi ya çevresinin baskısıyla, ya his ve hevasına mağlup olmasıyla; haramların büyük mü yoksa küçük mü olduğunu dahi düşünemeden günahları işleyebiliyor. Hamdolsun ki ihlasla ve nasuh bir şekilde yapılan tövbeyi Rabbimiz kabul edeceğini vaad ediyor. Vaad edenlerin en hayırlısı Allah’dan başka kim olabilir? Bu Nasuh’un kadınlar hamamındaki hikayesini anlatmak isterdim ancak aşağıda da okuyacağınız gibi evde birisi varsa ona bir işaret yeter. Merak eden dostlarımız Mevlana(ks)’nın Mesnevi’sine veya Şems-i Tebrizi’nin Makalat’ına müracaat edebilirler. O deftere her şey yazılırsa benim gibi halimiz harap diye düşenebilecek olanlar hemen korkmayın çünkü bakın Hz. Ebu Bekir(ra) bizim dikkatimizi nerelere çekecek, Kur’an da hiçbir zaman yüce Allah Salihlerin ve müttakilerden,

sabredenlerden bahsederken onların hatalarından ve günahlarından söz açmaz aksine onları bağışlayarak cennetlerine koyacağını vaat eder. Biz de Rabbimizin tüm istediklerini dört dörtlük yerine getirmeye muvaffak olamasak da O’nun sevdiklerini severek, varlığına ve birliğine iman etmek suretiyle La ilahe illallah’ı çok zikir ederek, Hz. Muhammed’e(as) inen yüce Kur’anın hak olduğuna şahitlik ederek, elimizdekileri yoluna sevkederek, kim bilir Rabbimize belki de böyle bir kavuşmayla ruhumuzu teslim ederiz bu işle vazifeli olan Azrail adındaki güvenilir ve dost olan meleğe.

İnsanlık tarihi bilindiği gibi bir çok Peygamberin ibret dolu hayat hikayelerine şahitlik etmiştir. Yunus Süresi 18 ve 19. Ayetler: “Allah'ı bırakıyorlar da, kendilerine ne fayda, ne de zarar verebilecek olan şeylere tapıyorlar ve "Bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimizdir diyorlar. De ki, Siz Allah'a göklerde ve yerde O'nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" Allah onların ortak koştukları şeylerin hepsinden münezzehtir. İnsanlar, aslında bir tek ümmet idiler, sonra ihtilafa düşüp ayrı ayrı oldular. Eğer Rabbinden bir karar çıkmamış olsa idi, ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında şimdiye kadar aralarında çoktan hüküm verilmiş olurdu. ” İşaret olunduğu üzere insanların ihtilaf ettikleri hususlardaki hüküm kıyamet gününe bırakılmıştır. Nahl Süresi 92 ve 93. Ayetler : 92- “Bir ümmet, diğer bir ümmetten (sayıca ve malca) daha çok olduğu için yeminlerinizi aranızda aldatma vasıtası yaparak, ipliğini sağlamca eğirdikten sonra onu söküp bozmaya çalışan kadın gibi olmayın. Allah sizibununla imtihan eder ve şüphesiz hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyleri kıyamet günü size mutlaka açıklayacaktır. 93- Allah dileseydi elbette hepinizi tek bir ümmet yapardı. Fakat Allah dilediğini saptırır ve dilediğine de hidayet verir. Şüphesiz ki, (kıyamet gününde) bütün yaptıklarınızdan sorumlu tutulacaksınız. ”

Peygamberlerin gönderiliş hikmeti Nisa Süresi 165.Ayette: “Peygamberleri müjdeciler ve azab habercileri olarak gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah mutlak üstündür, yegane hikmet sahibidir.” Yine aynı şekilde En’am Süresi 48. Ayette: “Biz peygamberleri, ancak rahmetimizin müjdecileri ve azabımızın

habercileri olmak üzere göndeririz. Artık kim iman edip durumunu düzeltirse, onlara hiç korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. ” Ahzab Süresi 39. ,45/48. Ayetler : Onlar (peygamberler), Allah'ın gönderdiklerini tebliğ ederler ve O'ndan korkarlar, Allah'tan başka kimseden korkmazlardı. Hesap görücü olarak da Allah yeter. 45- “Ey peygamber! Biz seni hem bir şahit, hem bir müjdeci, hem bir uyarıcı olarak gönderdik. 46- Ve hem de izniyle Allah'a bir davetçi ve nurlar saçan bir kandil (olarak gönderdik). 47- Müminlere müjdele! Onlara Allah'tan bir mükafat vardır. . . 48- Kâfirlere ve münafıklara itaat etme, onların ezalarını bırak (aldırma) da Allah'a tevekkül et. Allah vekil olarak hepsine yeter. ”

(6)

Zuhruf Süresi’nde insanlara hak geldikten sonra bir kısmının gösterdiği inkar ve inadi, hasetle yanıp tutuşmaları ve kendilerine mucizeler ve çeşitli nimetler verildikten sonra bile aynı hususta var olmayan ihtilaflar meydana getirip fitneye düştükleri gibi başkalarını da fitneye düşürmeye çalışmalarının bir neticesi olarak kendilerini doğru olan hak yolda sanmaları ve şeytanlarının köleleri olmaları çok ibretamiz bir dille insanların dikkatine sunulmaktadır. Zuhruf Süresi 30/39. Ayetler:

30- Kendilerine hak geldiği zaman onlar: "Bu bir büyüdür doğrusu biz onu tanımıyoruz. " dediler. 31- Yine Onlar: "Bu Kur'an, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler. 32- Ey Muhammed! Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye biz onların bir kısmını diğerlerinden derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. 33- Eğer insanlar küfre sapan bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz O Rahman olan Allah'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık. 34- Onların evleri için gümüşten kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar yapardık. 35- Daha nice altın ziynetler verirdik. Çünkü

bunların bizce hiçbir kıymeti yoktur. Bütün bunlar dünya hayatının geçici menfaatinden başka bir şey değildir. Ahiret ise Rabbin katında takva sahipleri içindir. 36- Her kim Rahman olan Allah'ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur. 37- Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. 38- Nihayet kıyamet günü bize gelince, arkadaşına: "Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı. Sen ne kötü arkadaşmışsın!" der. 39- Onlara: "Bugün pişmanlık duymanız size hiçbir fayda

sağlamayacaktır. Çünkü siz zulmettiniz. Şimdi de hepiniz azapta ortaksınız. " denir.

Özellikle Allah’a yakınlaşmak için aracı edinenlerin verdikleri hükümlerin batıllığı ve zanlarına uyarak hareket etmeleri şu ayetlerde açıkça vurgulanmıştır Yunus Süresi 35 ve 36 Ayetlerde: “De ki, "Ortak koştuklarınızdan doğru yolu gösterecek olan var mıdır?" Deki, "Allah, hak olan doğru yola hidayet eder. O halde doğru yola hidayet eden mi kendisine uyulmaya daha layıktır, yoksa kendisine yol gösterilmeyince onu bulamayan mı daha layıktır. O halde ne oluyorsunuz? Nasıl hükmediyorsunuz? Onların birçoğu zandan başka bir şeye uymaz. Zan ise haktan hiç bir şeyin yerini tutmaz. Şüphesiz ki, Allah onların ne yaptıklarını bilir. ” Yine Yunus Süresi 21. Ayette Allah’a karşı hile kurmaya kalkışanların asla amaçlarına ulaşamayacakları bildirilmiştir. “İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırdığımız zaman, âyetlerimiz hakkında derhal bir takım hilekârlıklara girişirler. De ki: "Allah'ın hilesi daha çabuktur. Haberiniz olsun ki elçilerimiz yaptığınız hileleri yazıp duruyorlar". ”

Bakara Süresi 148. Ayette ise daha önce tek bir ümmet olarak yaratılan insanlara ihtilafa düşüp ayrı ayrı olduktan sonra bile hep hayırda koşmaları yarışmaları emredilmiştir.

‘Ümmetlerden her birinin bir yönü vardır, o ona yönelir, haydin, hep hayırlara koşun, yarışın. Her nerede olsanız Allah sizi toplar, bir araya getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir. ‘İnsanlar, aslında bir tek ümmet idiler, sonra ihtilafa düşüp ayrı ayrı oldular. Eğer Rabbinden bir karar çıkmamış olsa idi, ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında şimdiye kadar aralarında çoktan hüküm verilmiş olurdu. ’ İşaret olunduğu üzere insanların ihtilaf ettikleri hususlardaki hüküm ahirete bırakılmıştır. Yunus Süresi 40-41 ve 44. Ayetlerde: 40- “Onlardan ona

(7)

Eğer seni inkâr etmeyi sürdürürlerse, de ki; "Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Benim yapacağım sizi ilgilendirmez, sizin yapacağınız da beni ilgilendirmez. "44- Şurası

kesindir ki Allah, insanlara zerre kadar zulmetmez. Ne var ki, insanlar kendi kendilerine zulmedip duruyorlar. ”. Dünyada Hz. Muhammed(sav)’in hak olan peygamberliğini ve getirdiği Kur’anı ve İslam’ı kabul etmeye yanaşmayan ehl-i kitaba karşı takınılacak tutum netleştirilmiştir. Yani İslam hep hakkı tavsiye etmiş ve Allah’a açıktan şirk koşanlar

müşriklerle, ehl-i kitabın arasını ayırmıştır. Yunus Süresi 99/103. Ayetler de ise : 99- “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederlerdi. O halde insanları hep mümin olsunlar diye sen mi zorlayacaksın?100- Allah'ın izni olmadıkça hiçbir kişinin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını kullanmayanlar üzerine Allah bir uğursuzluk yükler. 101- De ki: "Göklerde ve yerde olup bitenlere dikkatle bakın!" Fakat o uyarmalar ve o âyetler, iman etmeyen bir kavme fayda vermez ki!102- Onlar, kendilerinden önce gelmiş geçmiş olanların uğradıkları felaket günleri gibisinden başkasını mı bekliyorlar? De ki, "Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerden olacağım. "103- Sonra biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri kurtarırız. İşte biz böyleyiz. Müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir görevdir. ” Denilmiş imanın yalnızca Allah’ın izniyle gerçekleşebileceği bildirilmiştir. Allah(c. c) Nahl Süresi 104/107. Ayetlerde: 104- Allah'ın âyetlerine iman etmeyenleri, muhakkak ki Allah hidayete erdirmez ve onlara can yakıcı bir azab vardır. 105- Yalanı ancak Allah'ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar yalancıların ta kendileridir. 106- Kalbi iman ile sükûnet bulduğu halde (dinden dönmeye) zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah'tan bir gazab gelir ve kendilerine çok büyük bir azab vardır. 107- Bu (azab) şundan dolayıdır ki, onlar, dünya hayatını sevmiş ve onu ahirete tercih etmişlerdir. Allah da kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez. Nur Süresinde gerçek

mü’minlerin Allah ve Resülune inanmaları ve itaat etmelerinin gerektiği, böyle davranmaktan imtina edenlerin de mü’min olamayacağı açıkça vurgulanmıştır. Nur Süresi 47. Ayet: “Bir de "Allah'a ve Resulüne inandık ve itaat ettik" diyorlar da, sonra bunun arkasından yan

çiziyorlar; bunlar mümin değillerdir. ”Al-i İmran Süresinde iman ettikten sonra küfre dönenlere, bu yaptıklarına karşılık cehennem azabının hazırlandığı bildirilmiştir.

Al-i İmran Süresi 106. Ayet: O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara: "İmanınızdan sonra küfrettiniz ha? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın" (denecektir). Diğer taraftan dünyada emirlerini yerine getirmek nehiylerinden sakınmak ve hudutlarını gözetmek suretiyle İslâm’a sahip çıkanlar da kurtuluşla müjdelenmişlerdir. Yunus Süresi 61/64. Ayetler: 61- “Hangi işi yaparsan yap, Kur'ân'dan ne okursan oku, ne işte çalışırsan çalış, unutmayın ki, siz ona dalıp gitmişken, biz sizin üzerinizde şahidiz. Ne yerde, ne de gökte zerre kadar hiç bir şey Rabbinin gözünden kaçmaz. Ne zerreden daha küçük, ne de ondan daha büyük! Ancak bunların hepsi apaçık bir kitaptadır. 62- Açın gözünüzü! Allah'ın dostları üzerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar. 63- Onlar ki, iman etmişler ve Allah'a karşı gelmekten sakınmışlardır. 64- Onlara dünya hayatında da, ahiret hayatında da müjdeler vardır. Allah'ın sözlerinde değişiklik yoktur. İşte bu en büyük kurtuluştur.”

Kasas Süresi’nde ise dünya ve ahiret dengesi insana bildirilmiş diğer bir sürede de infak edenler Rableri katında ecir ve mükafatlarla müjdelenmişlerdir. Kasas Süresi 77.Ayet: "Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez. "Bakara Süresi 274. Ayette: “Mallarını gece ve gündüz, gizlice ve açıkça infak edenler yok mu, işte onların Rableri katında

(8)

ecir ve mükafatları vardır. Ve onlara herhangi bir korku yoktur, onlar hiçbir zaman mahzun da olmazlar. ” Nur Süresinde de helal yoldan ticaret yaparak mal kazanan ve kazandıklarını infak edenler övülmüştür. Nur Süresi 37ve 38. Ayetler: “Birtakım insanlar (Allahı tesbih ederler) ki, ne ticaret ne de alış veriş onları Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar. Çünkü Allah, kendilerine işledikleri amellerin en güzeli ile ecir verecek, lütfundan fazlasını da bahşedecektir ve Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.

Al-i İmran Süresi 102. Ayette: “Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin. ” Denildikten sonra gelen aynı sürenin 134. ,170 ve 171. Ayetinde: “O (Allah'tan hakkıyla korka)nlar, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar,

öfkelerini yutarlar, insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever. ” Al-i İmran 170 ve 171 Ayetlerde: “Allah'ın lütfundan verdiği nimetle sevinçlidirler. Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere de hiç bir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah'ın nimetini, keremini ve Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelerler. ” Kehf Süresi 30. Ayet: “ İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar var ya, şüphe yok ki biz öyle güzel işler yapanların mükafatını zayi etmeyiz. ”Bu ayetlerle Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkmanın nasıl olacağı evsafıyla bildirilmiştir. Aklını kullanmayı

becerebilenlerin Rablerinden istedikleri şeyler de Al-i İmran Süresi 190/195. Ayetlerde şöyle anlatılır:190- “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için gerçekten açık, ibretli deliller vardır. 191- Onlar ayaktayken,

otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve "Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru. " derler. 192- "Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur". 193- "Rabbimiz! Biz, 'Rabbinize iman edin' diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, bizleri sana ermiş kullarınla beraber yanına al". 194- "Rabbimiz! bize peygamberlerine vaad ettiğini ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Muhakkak sen verdiğin sözden dönmezsin". 195- Rableri onlara şu karşılığı verdi: "Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden, hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler. . . Onların günahlarını elbette

örteceğim ve Allah katından bir mükafat olmak üzere, onları altından ırmaklar akan cennetlere de koyacağım. En güzel mükafat Allah katındadır".

Tevbe Süresi 71. ,111 ve 112. Ayet Mealleri:

71- Erkek ve kadın bütün müminler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirirler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle yarlığayacaktır. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir.

111- Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat'ta da, İncil'de de Kur'ân'da da Allah'ın kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah'dan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur.

112- (Bunlar), O tevbekâr olanlar, o ibadet edenler, o hamd edenler, o oruçlular, o rükua varanlar, o secdeye kapananlar, iyiliği emredip, kötülükten vazgeçirenler, Allah'ın hududunu

(9)

koruyanlar (emirleriyle yasaklarının ölçülerine riayet edenler)dır. Müjde ver o müminlere, müjde!

Yukarıda geçen müminlerin sahip oldukları diğer vasıflar Mü’minun Süresinde ayrıntısıyla belirtilmekle beraber, onları ekserün nasdan ayıran bir evsafı Bakara Süresi’ndeki bir ayetin içine harkulade bir surette derc edilmiştir. Mü’minun Süresi 1/12. Ayetler ve Bakara Süresi 165. Ayet-i Kerime’de Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

1- Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir,2- Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler,3- Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler,4- Onlar ki, zekat (vazifelerini) yerine

getirirler,5- Ve onlar ki, iffetlerini korurlar,6- Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir. 7- Şu halde, kim bunun ötesine gitmeyi isterse, işte bunlar , haddi aşan kimselerdir. 8- Yine onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler,9- Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler,10- İşte asıl onlar varislerdir. 11- Ki, Firdevs'e varis olan bu kimseler orada ebedî kalırlar. 12- And olsun biz insanı, çamurdan, bir sülâleden (süzülüp çıkarılmış çamurdan) yarattık.

Bakara Süresi, 165: ‘İnsanlardan kimi de Allah'tan başka şeyleri O'na eş tutuyorlar da onları, Allah'ı sever gibi seviyorlar. Oysa ki iman edenler en çok Allah’ı severler. O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı.’

Furkan Süresi 61/77. Ayetler:

61- Gökte burçları var eden, onların içinde bir kandil (güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah, yüceler yücesidir. 62- İbret almak veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur. 63- O çok merhametli Allah'ın (has) kulları onlardır ki,

yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) "selam" derler (geçerler). 64- Ve onlar ki, Rablerine secdeler ve kıyamlar ederek yatarlar. 65- Onlar ki, şöyle derler: Cehennem azabını üzerimizden sav! Doğrusu onun azabı geçici bir şey değildir. 66- Orası cidden ne kötü bir uğrak, ne kötü bir konaktır. 67- Ve onlar ki,

harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar. 68- Yine onlar ki, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan günahı(nın cezasını) bulur. 69- Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır. 70- Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışlarda bulunanlar başka; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. 71- Ve her kim tevbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner. 72- Ve onlar ki, yalan şahitlik etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman vakar ile (oradan) geçip giderler. 73- Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar. 74- Ve onlar ki: "Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl" derler. 75- İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamları ile mükafatlandırılacaklar, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır. 76- Orada ebedî

kalacaklar, orası ne güzel bir konak ve ne güzel bir makamdır. 77- (Resulüm!) De ki: "Rabbim size ne kıymet verir duanız olmasa? (Ey inkârcılar! Size bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; o halde azab yakanızı bırakmayacaktır!

(10)

Araf Süresi’nde murada eren ümmet müjelenmektedir: “157- Onlar ki, o ümmî peygambere uyarlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları o peygambere uyup, onun izinden giderler ki, o, onlara iyiyi emreder ve onları kötülüklerden alıkoyar, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılar, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yükleri indirir, üzerlerindeki bağları ve zincirleri kırar atar, işte o vakit ona iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte asıl murada eren kurtulmuşlar onlardır.158- De ki; ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah'ın resulüyüm. O Allah ki, göklerin ve yerin bütün mülkü O'nundur. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öldüren de, dirilten de O'dur. Bundan dolayı gelin, Allah'a ve resulüne iman edin. Allah'a ve Allah'ın bütün kelâmlarına iman etmiş bulunan o ümmî

peygambere, evet ona uyun ki, hidayete erebilesiniz.”

Kuran-ı Azimüşşanın 42. Süresi olan Şura Süresinin beyan ettiği hakikatleri Ömer Nasuhi Bilmen Hoca Efendi’nin tefsirinde öz olarak beş madde de toplanmış. Mekke-i Mükerreme de nazil olan bu mübarek süreyle gelen hakikatleri biz de tıpkı Zuhruf, Furkan, Müminun ve diğer alıntıda bulunduğumuz sürelerde yaptığımız gibi muhterem Elmalılı Hamdi Yazır Efendi’nin yazmış olduğu Kur’an ayetlerinin mealleri vermek yerine, buraya Ömer Nasuhi Bilmen’in tefsirindeki özetini almayı uygun bulduk.

1- Kur’an-ı Kerim’i tavsif etmek, Resulü Erkemin o ilahi kitap ile insanları İslam dinine davet etmekle emrolunduğunu beyan etmek.

2- Müşriklerin Hazreti Peygamber’i yalanlamaya cür’et etmiş olduklarını, Meleklere Allah’ın kızları demekte bulundukları ve semaları yeri Cenab-ı Hakk’ın yaratmış olduklarını itiraf ettikleri halde putlara tapınmadan geri durmadıkların kınamak.

3- Kafirlerin atalarını körü körüne taklit ederek ilahi dini kabulden kaçındıklarını beyan ve bu yüzden kıyamet gününde nasıl azaplara maruz kalacaklarını ihtar etmek, mü’min kulların ise o gün korkudan, hüzün ve kederden emin olarak cennetlere ve nice nimetlere nail

olacaklarını müjdelemek.

4- İnsanlara ait üstünlüğün maddi servetlerle, altın ve gümüş ile değil, güzel bir itikad ile, güzel ahlak ve amellerle mümkün olduğuna işaret etmek, peygamberlik ve risaletin hangi zatlara ihsan buyurulmuş olduğunu açıklamak.

5- Resulü Ekrem’e teselli vermek üzere Peygamberlerin babası Hz. İbrahim gibi bazı peygamberlerin kıssalarına işaret etmek ve sapıklara karşı hakimce bir üslup ile hareket edilmesini tavsiye etmek.

Rabbimizin insana verdiği değeri Maide Süresi 32.Ayette: “Bunun içindir ki, İsrâiloğulları'na: "Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur" hükmünü yazdık (farz kıldık). Şüphesiz ki onlara peygamberlerimiz açık delillerle geldiler. Yine de bundan sonra onların birçoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler.” İnsan hayatına verdiği çok öncelikten ve kıymetten anlıyoruz.

Maide Süresi 3.Ayet-i Kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen; boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş,

(11)

boynuzlanmış, canavar yırtmış olup da canlı iken kesmedikleriniz; dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâmı beğendim. Kim açlıktan daralır, günaha istekle

yönelmeden bunlardan yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir.”

Abdulkadir-i Geylani(ks) : Belirsiz ve muğlak şeyleri keşfeden Allah’a hamdolsun.

Yaratılmışların hayırlısı Hazreti Muhammed’e (A.S.) salât ü selâm olsun! Dedikten sonra şunları söyler: Ey Gavs-ı Â’zam! Melekleri insanın nûrundan yarattım; insanları da kendi nûrumdan vücuda getirdim.Ey Gavs-ı Â’zam! İnsanın cismi, nefsi, kalbi, ruhu, kulağı, gözü, ayağı, dili var ya; işte onların hepsinde Ben varım. Hepsi de Benim tecellimle zâhir olur; Ben onların başkası değilim. Ey Gavs-ı Â’zam! İnsan Benim sırrımdır; Ben de O’nun sırrıyım. Eğer insan Benim katımdaki mevkiini bilmiş olsaydı, her nefes alıp verişinde “Bugün Mülk kime aittir?” Âyetini okurdu. (Mâna âleminde) Rabbimi gördüm; Bana buyurdu ki: “Ey Gavs-ı Â’zam! Kim ilimden sonra Ben’den rü’yeti (Beni görmekliği) isterse, hakikat o, rü’yet ilmiyle mahcûbdur, yani rü’yet ilmi ara yerde perdedir. Kim de rü’yetin ilimden başkası olduğunu zannederse, hakikat o, Rüyetullah ile aldanmıştır.”

Bizim bu çalışmamız Yunus Süresi 14. Ayette de açıkça belirtildiği gibi :‘Sonra onların ardından sizi yeryüzüne halifeler yaptık ki, bakalım nasıl ameller işleyeceksiniz’,insanın kendini yeryüzündeki Allah’ın halifesi makamına lâyık hale getirebilmesi ve kendi değerini yeniden keşfedebilmesini ve şahsiyetin inşaasını sağlamak için çıkılan bu yolda, belirli bir mesafe aldırırsa bundan dolayı kendimizi bahtiyar sayar ve böyle bir hizmete kulunu vesile eden Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar ederiz…

(12)

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

ALÂK SÜRESİ 1-18. AYETLER 1- Yaratan Rabbinin adıyla oku!

2- O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı. 3- Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.

4- O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. 5- İnsana bilmediği şeyleri öğretti.

6- Hayır! Doğrusu (kâfir) insan azgınlık eder. 7- Kendisinin muhtaç olmadığını zannettiği için. 8- Muhakkak ki dönüş mutlaka Rabbinedir.

9-10- Namaz kıldığı zaman, bir kulu engelleyeni gördün mü? 11- Gördün mü (ne dersin?), ya o (kul) doğru yolda olur, 12- Veya kötülüklerden sakınmayı emrederse?

13- Gördün mü, ya bu (adam, hakkı) yalanlar, yüzçevirirse, 14- O adam, Allah'ın kendini gördüğünü hiç bilmiyor mu?

15-16- Hayır, hayır! Eğer o, bu davranışından vazgeçmezse, and olsun ki biz, onu perçeminden, o günahkâr ve yalancı perçeminden tutup cehenneme sürükleriz. 17- O zaman o taraftarlarını yardıma çağırsın.

(13)

KALP İKLİMİNDE FETH-Î URÛC – I

1- Kur’an-ı Kerim’in her ayetinin bir “Fatiha’sı” vardır. Bu kaide gereğince; kevnî varlığın sebebi ve“fatihası” olarak Mülk Süresi’nin ilk dört ayeti görülebir. Mülk Süresi, 1-4: ‘Mutlak hükümranlık elinde bulunan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter. O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır. O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân'ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar döndür (bak). Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana geri dönecektir.’ Elinizde tuttuğunuz bu kitap ise, işlediği konular ve olayların Batıni yönüne ışık tutması bakımından, Yusuf Suresi’ndeki 105. Ayet-i Kerimenin bir “fatihası” olarak, yer ile gök kadar arası açılan ve evrenin sürekli genişlemesiyle birlikte gittikçe açılmaya devam eden, meteryalizmin asırlar boyunca hayatı, ölümden koparmaya dönük sistemli çalışmalarının ifsat etmesiyle, kendine ve evrene

yabancılaşmanın doğal bir sonucu olarak, dünya ile ahiret arasında oluşan bu geniş uçurumu, kapatarak doğal haline geri döndürebilmek için tekrar birbirine yaklaştırmak ve her ikisi arasında olması gerektiği gibi ezelden beridir var olan ikiz kardeşliğin yeniden sağlanabilmesi için oluşturulan köprülerin halatlarına her adımda yeni bir ilmek daha atarak daha da kuvveti hale getirebilmek için kılı kırk yarararcasına düşünülerek, üzerinde uzun soluklu bir fikir çilesinin bir ürünü olarak, çeşitli edebi sanatların ve metoforlara sık sık kullanarak, sözün etkisinin ve gücünün artırılmaya çalışıldığı, iki nur sahibi olarak yaratıldığı için karar alma mekanizmalarını etkileyerek bunu eyleme dönüştürme potansiyelinin gerektiği gibi kullanıldığı takdirde; gerçekleştirilmeye kalkışılan her aktiviteye bilinç ve şuur kazandıran, göz fotonlarının ve metakognisyon(yüksek zihin fonksiyonu gerçekleştiren) genlerini katalizör gibi çalıştırılarak, yani bilinmeyeni öğrenmeye, doğru ve güzel olanı ihtiyâr etmeye, hayatın ve ölümün anlamını sorgulayarak araştırmaya, varlığı hallac ederek onu anlamlandırmaya sevkeden, bilinmeyeni ve görünmeyeni murâkabe ederek, bilirâde herkes tarafından

keşfedilebilinmesi için elle tutulan gözle görülen varlıkları esas kabul ederek, kenzi mahfilere birer pencere açarak, müspet bilimlerin gelişmesinde çok büyük katkı sağlayan istikra (endüksiyon) ve kıyas (dedüksiyon) yöntemlerinden faydalanarak, gerekli

mantıksal çıkarımlarla, en uygun kıyaslara ulaşıp, doğru neticeleri elde edebilmek için hidayet kaynağı olarak insanın kullanımına tahsis edilen göz ve akıl nurunun bir arada kullanılarak esenlik ve barış yolunu insanlara gösterebilmek, onları düşünmeye sevkedebilmek ve kendi benliklerinden sıyrılarak, varlığın hakikatine, yani özüne ve ruhuna yaklaştıracak yeni yollar açma arzusunun bir amelî yansıması olarak, aşk kaleminin gönül defterine karşı gösterdiği coşkun bir sevgiyle birlikte dillere destan o, muhteşem ahde vefasının harkulade bir suretinin gölgesinin muhatabın kalbine

düşmesidir. Çünkü kalp ikliminde seyahat eden kişinin, ehli dünyanın aldatıcı ve saptırıcı güçlerinin; sürekli hücumları ve hayati bir değer taşıyan duyu organlarının ve zihnî melekelerinin sömürgeleştirilmek üzere, işgale hazır hale getirdiği tüm insanî değerlerin teker teker yok edilmesi karşısında; kolonileştirilmek istenen Rabbani her bir fakültenin yeniden yegane sahibine istirsâli ve zapt-u rapt altına alınabilmesi adına girişilen iç mücadelenin zaferle sonuçlandırılabilmesi için hilâl takdiği kullanılarak Fatih Sultan Mehmet gibi ileri görüşlü bir dehanın fethi müyesser kılmayı kolaylaştırıcı bir mahreç ve

(14)

urûc kapısını bulabilmek için gemileri karadan yürütmesi gibi; olmayacak işleri oldurma azim ve kararlılığı içinde, sağlam bir iman ve tevekkülün sağladığı sarsılmaz bir özgüven ve cesaretle, hayatın her alanını kapsayan bir tarzda doğuşuyla birlikte oluşan, Rabbine karşı borcunun farkına vardırmak, Allah’ın yarattığı her mahluku, yerdeki ve gökteki ayetleriyle süslediği harika cisimlerin işlevleri ve şekilleriyle uyumluluğundan alınan ibretâmiz bir dersle, insanla İslâmın arasındaki engelleri bir bir ortadan kaldırmak, bu ikisinin yeryüzünde çatallaşan yollarını, gökyüzü merdivenin basamaklarından teker teker çıkarak Arş-ı Alâ’da birleştirebilmek; attığı her adımda kişinin manevi miracını kemâle erdirmesinden ve kendisini ve çevresini üreterek, söz ve iş sekronizasyonunu

gerçekleştirerek doğru hareket edebilmek için hâdisâtı doğru okuyabilmesinden geçer ki, bu da bize ilham veren her bir ayetin farklı bir menfezinin bulunduğuna şehadet

edebilmek, yaşarken şehitlik makâmını, lâyık olduğu şekilde idrâk edebilmekle çok yakından alakâlı bir husustur. Kaldı ki, konular hangi açıdan ele alınırsa alınsın, kâinat kitabı ile bir rahmet, hidayet, nur ve şifa kaynağı olarak gönderildiği için kıymeti sonsuz olan hayat kitabımız olan yüce Kur’anı Kerim’in her bir ayeti kerimesinin, aslında

birbirlerini desteklediklerini ispat ederek, kanıtlamanın yanında, en yüksek hakikat olan marifetullaha; Nebîyi Zişan Efendimiz’in(sav) ayak izlerini takip ederek, Onun her sözünde olduğu gibi ademoğlunun bir çoğundan saklı olan hikmetnümâ gizli ilimlerin bulunduğu ilahi cennet saraylarının ve illiyûnun penceresini, asrın idrakine yakınlaştıran bir mercek vazifesini gören şu hadisin esrarını on sekiz bin alemin fehmine okutarak “Gizli bir ilim türü vardır ki; onu ancak Allah’ı tanıyanlar bilir. Onlar o ilimden bahsettikleri zaman, Allah için gayrete gelenler onu kabul etmezler.” Her bir ferdin Sırat-ıl Müstakıymî vicdanlarında bulduğunu hissedebilmesi için şart olan; zihnin ve gözün algılamaktan aciz düştüğü metafizik ve melekût aleminde cereyan eden lahutî hadiselere, tüm sufîler gibi çok yakından inanarak, bunu akla ve ruha şüpheye yer bırakmayacak şekilde tasdik ettirdikten sonra; insan-ı kâmile ulaşabilme gayret ve çabasının gösterildiği, devamlı dağdağalı olarak deveran edip duran dünya denizinde, uzun yıllar boyunca, tecrübevârî elde edilen duygu ve düşüncelerin, vicdâniyat sinesinde harmanlanmasıyla oluşturulan, nice zorlu ve çetin fikir çilelelerinin bir ürünü olarak, hayat telaşesi, geçim meşgalesi gibi dünyevi nedenlerle, kıymetli kitapları bir araya getirerek, ilimle uğraşmaya pek vakit ayırmaya fırsat bulamadığı halde sinesi deniz kadar engin, yüreği her zaman tertemiz ve dupduru kalmayı, yüce Allah’ın büyük bir siyaneti ve esirgemesiyle başarabilmiş, ünlü halk ozanlarımız Yunus Emre ve Pir Sultan Abdal’dan sevgiyi ve fenayı, yüce pirlerimiz Hazreti Mevlana’dan ve Hacı Bektaş-ı Veli’den aşkı ve hoşgörüyü, ulu önder ve

başkumandan Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarından ulusal bağımsızlığın ve bilim ve tekniği çağdaşlığın gereklerine göre, necip Türk Milleti’nin menfaatleri istikametinde kullanarak, medeniyetleri oluşturan dünya kültürleri arasına, sahip olduğu yüksek insanlık meziyetleri ve tüm sanat ve moral değerleriyle birlikte katkı sunarak, kendisini

kaybetmeden asrîleşmeyi öğrenmiş, hürmetle ve minnetle elleri öpülesi, tarih boyunca sehâvetin ve şecâatin bayraktarı olmuş, misafirperver Anadolu insanıyla hasbihâl nevinden birebir şahit olunan tüm gerçekliklerin onların hak din olan İslam’a karşı tarih boyunca gösterdikleri eşsiz sadakat ve sergiledikleri cansiperane kadirşinaslık karşısında, yine onlardan biri olarak bu toprakların geçmişteki sahiplerine bir vefa borcu olarak ve aynı zamanda gelecekteki kuşaklarına kutsal bir emanet olarak; kuyumcu titizliğiyle bir biri ardınca inciler gibi dizilerek vücuda getirilen kelimelerin, şu muhteşem ayetlerin ışığı altında aziz milletimizle paylaşılmasından, hakikatlerin açık bir dil ve gönülle, asra beyan edilmesinden ibarettir: Yusuf, 105: ‘Göklerde ve yerde öyle mucizeler var ki, (insanoğlu)

(15)

yanından geçip gider de onlara dönüp bakmaz bile’ Zımmen: İnsanoğlu mucize mi arıyor? Kâinata basiretle baksın, mucizeden başka bir şey göremeyecektir. Ne var ki, nazarı muhteşem olmayan, baktığındaki ihtişamı göremez. Kâinat ayetlerine sırt dönenlerin kitabın ayetlerine sırt dönmeleri sürpriz değildir. Casiye Süresi, 3: ‘Şüphesiz göklerde ve yerde müminler için birçok âyetler vardır.’ Nisa Süresi, 82: ‘Onlar hâlâ Kur'ân'ı gereği gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? Eğer o Allah'tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı mutlaka onda birçok çelişkiler bulurlardı.’ Hacc Süresi 46. Ayet: ‘Yeryüzünde

dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.’ Enfal Süresi, 22: ‘Çünkü yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve düşünmeyen sağırlarla dilsizlerdir.’ Bakara Süresi, 74: ‘Sonra bunun arkasından yine kalbleriniz

katılaştı, şimdi de taş gibi, ya da taştan da beter hale geldi. Çünkü taşlardan öylesi var ki; içinden nehirler kaynıyor, yine öylesi var ki, çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi de var ki, Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor... Ve sizin neler yaptığınızdan Allah gafil değildir.’ Muhammed Süresi, 23/24: ‘İşte onlar, Allah'ın lanetlediği, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir. Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?’ Ankebut Süresi, 43/44: İşte biz bu temsilleri insanlar için

getiriyoruz; fakat onları ancak alimler düşünüp anlayabilir. Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Şüphesiz bunda, mü’minler için mutlaka bir ibret vardır. Zımmen: Gerçeğin izini süremeyenler bilgi ile hakikat arasındaki bağlantıyı doğru bir şekilde kuramazlar. Kaf Süresi, 37: ‘ Şüphesiz ki bunda kalbi olan ve hazır bulunup kulak veren kimse için elbette bir öğüt vardır.’ Maide Süresi, 54: ‘...Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler;

müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda mücahede eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.’ Enam Süresi, 125: ‘Allah kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü İslâm'a açar. Kimi de saptırmak isterse, sanki göğe yükseliyormuş gibi, göğsünü dar ve sıkıntılı yapar. Allah, inanmayanları işte böyle pislik içinde bırakır.’ Zümer Süresi, 22: ‘Allah, kimin bağrını İslâm'a açmış ise işte o, Rabbinden bir nur üzerinde değil midir?...’ Bakara Süresi, 269: ‘Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.’ Zariyat Süresi, 20/21.Ayet: ‘Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?’

2- Tevhid, iman kalesinin temelidir. Dört kitabın manasını kendi içinde cem edebilen, ilk insan yaratıldığından beri, onlara nimetlerin en büyüğü olarak verilen, ihlasla

söylendiğinde, kalplerin kilidini açacak esrar-ı Sübahniyeyi ihtiva eden, doksan dokuz belayı def edip, Allah’ın gazabını kullarından uzaklaştırabilen, tek kelime “La ilahe illallah” dır. Bu hakikatin üzerinde başka bir hakikat yoktur. O kelime o kadar yücedir ki; onunla Allah arasında hiç bir perde yoktur, onun manevi ağırlığı tartılara sığmaz, beşer bunu tam anlamıyla idrak edemez, çünkü o cennetin bahası, tecdid-î imanın en temel nüvesidir. Nasıl olur da sonlu bir varlık, sonsuzluğun anahtarının değerini lâyık olduğu şekliyle kavrayabilir? Onu büyük yapan sırra gelince; evvela bu çok büyük bir sırdır: onu bilinçli ve şuurlu bir şekilde dillendiren eğer ne dediğinin farkında olarak bunu yapıyorsa; kendi varlığını o ilahi kudretin varlığına Eşhedüenlâ ilahe illallah diyerek, hem buna şehadet ediyor hem de bu hakikatin nuru içerisinde nefsini ve benliğini nefyetmek suretiyle kendini eritmeyi başarabilmişse eğer, özündeki ilahi nurun çerağını yakmış, kalbine yerleşen hikmetle tefekküre kapı aralamış, cennete giden yolların taşlarını teker teker bu zikrin esrarına vukufiyetle ermiş demektir, bunu Rableri tarafından bir lütuf, kerem ve

(16)

atiyye eseri olarak gönüllerinde bulmuş olanlarsa; yalnızca mü’min, müttaki, mukarreb, Muhsin, Salih, aziz ve halis olan kullar, ilahi inayet ve Hakk’ın kapısının vazgeçilmez taliplileri olanlardır. Fatır, 32-33: “ Sonra biz o kitabı kullarımızdan süzüp seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan da nefislerine zulmeden var, orta yolu tutan var, Allah'ın izniyle hayırlarda ileri geçenler var. İşte bu büyük lütuftur. Onlara Adn cennetleri vardır. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada elbiseleri de ipektir.” Burada zikredilen üç grup insan da ne ölürken, ne kabirlerinde, ne de

kabirlerinden kalktıkların da yalnız kalacaklardır. Diriliş çığlığını duydukları zaman, başlarından toprağı silkerek: ‘ Hamdolsun bizden üzüntüyü gideren Allah’a, muhakkak ki Rabbimiz, elbette Gafûrdur, Şekûrdur.’ Diyerek kalkacaklardır. İlk grupta yer alanların durumları mizan günü belli olacaktır. Melekler onların lehine şöyle şehadet edecekler: ‘ Onların, Allah’tan başka ilah yoktur dediklerini gördük.’ Diyecekler. Allah-ü Teala’da: Doğru söylemişlerdir, Ben’den başka hiçbir ilah yoktur. “ O bir tektir ” sözlerinden dolayı onları cennete girdirin ve hatalarını da cehennem ehlinin üzerine yıkın, buyuracaktır. Ankebut, 13: ‘ Fakat gerçek şu ki, elbette kendi yüklerini, kendi yükleriyle birlikte nice yükleri taşıyacaklar ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir.’ İkinci guptakiler kolay bir hesapla cennete girecekler, üçüncü ve son gruptakiler ise hesapsız olarak cennete gireceklerdir. (İbn-i Kesir, Hadislerle Kur’an Tefsiri) 3- ‘Eğer dünya senin standartlarına uymazsa, ona boyun eğmek yerine onu yıkmalı ve

yeniden kurmalısın.’(İkbal) Yakîni en öndekilerden ve manen en öndekilere en yakın olanlardan, ders alarak öğrenmeye çalışırken, daha güzel ve içinde herkesin huzurla yaşayabileceği adil bir dünya kurabilmek için harekete geçmek; bu zamanın en önemli ibadetlerinden birini teşkil ediyor olmalı. Bunu Hz.Ali(kv)’in şu sözü ne güzel ifade eder: ‘Kim zekâda basiret sahibi olursa, ona hikmet görünür. Kime hikmet görünürse ibreti bilir. Kim ibreti bilirse sanki ilklerin arasında olur.’

4- ‘Türk milleti, geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlâkının, anneannelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili

sayesinde muhafaza olduğunu görüyoruz. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.(Gazi Mustafa Kemal Atatürk)’

5- Hz. İsa(a.s)’ın konuşmalarında kullandığı imgeler; ve bu kullandığı imgelerin anlatılan konuları avamın dahi rahatlıkla anlamasına zemin teşkil etmesi. Örneğin babanın; ailesini koruması ve onların rızkını temin etmek için çalışması bakımından Rabbin babaya

mecazen benzetilmiş olması ve bu mecazi olarak babaya benzetilmiş olan Rabbimizi gerçek manada bir insanmış gibi anlayanların; gerçek manada Allah’ın verdiği akıl nimetini kullanmaktan bile imtina ettiklerinin açık bir göstergesi olarak; bu çarpık, tarafkir, tutucu ve inatçı yaklaşımın semavi dinlerin ortak çağrısı olan tevhid inancı karşısındaki çelişkisi ve Allah’ı babaya benzetmenin anlaşılması bakımından çocukların fıtratına dahi en uygun tercih oluşu. Ve yine İsa(a.s)’nın bunu destekler mahiyette; İsrail oğullarının yolunu şaşırmış dağınık koyunlarını toplamak için gönderildiğini söylemesi. 6- Bilginin asıl kaynağı ilahi bilgidir. Çünkü her şeyi yoktan var edenin ilmi sonsuzdur ve her

şeyi kuşatmıştır. Sınırlı halde bulunan kümülatif bilginin sahibi insan bilgisinin ise, denizin yanındaki tek bir damladan farkı yoktur.

7- Allah’a en yakın kul, Allah’ı en iyi akleden kuldur. Zira akletmek, Allah’ı birlemenin alametidir. Nur-u Kur’an, tahkiki iman ve İslâmiyet, şefkat ve merhamet, adalet ve

(17)

hakkaniyet, hak ve hakikat dersi alan talebeler, hadisat ve vukûatın mahiyet ve künhüne, menşei ve menbaına nüfuz etmekte ve vâkıf olmakta fevkâlede bir şuur ve ferasete, dirayet ve kıyasete, tedbir ve temkine mazhardırlar; zira tahkik-i ilm-i iman ve

marifetullah dersleri, iman ve İslâmiyet’i, fehm ve feraseti, basiret ve iz’anı inkişaf ettirir, muhakeme ve muvazene melekesini ihya eder ve kuvvetlendirir. Bunun neticesinde ilmiyle amil olmaya çalışırak; ‘amelin ruhu ihlâstır, ihlâsın ruhu niyettir’ hakikatine bağlı kalarak, ihlâs ve takvayı kazanma gayreti içinde çalışır.

8- Uygulanması en zor olan üç büyük sır: Az yemek, az uyumak, az konuşmak. Hayattayken selamet bulmanın en öncelikli reçetesi işte bu sırlar.

9- ‘Ne edersen kendine edersin kendi kendine’ Türk öz deyişindeki hakikatin içindeki anlam derinliği; başına gelen her şeyin kendi elinden olduğu, hak ettiğinden fazlasını elde edemeyeceğin için başkalarının elindeki nimetlere göz dikerek, nimet düşmanlığı yapmanın yanlışlığı, hoşlanmadığın bir durumla karşılaşırsan değiştirebilecek güç ve kudrete sahip değilsen onu Allah’a havale etmeyi telkin etmesi, kimseye karşı kin ve düşmanlık beslememeyi öğütlemesi, ne halde olursan ol her halükârda Rabbinin

yardımını isteyerek şükretmenin tarifi kabil olmayan getirisi, ne kadar şükredersen şükret bir kul olmanın bilinciyle Rabbin için yaptığını yeterli görmemeyi istemesi, kendi benliğini yok saymanın getirdiği huzur ve rahatlığa işaret etmesi, nefsinin aşırı isteklerine kulak vermemenin ilahi gazabı celbetmemek için dikkat çekmesi, nerde olursan ol Rabbine tam güvenmeyi salık vermesi ve nihayetinde de Onun dostlarını zayi ettiğinin görülmemiş olması karşısında insana sağladığı yüksek yaşam kalitesi ve huzuru ve nihayetinde de insanı iki dünya saadetine daha dünyadayken hazırlamasının bu özdeyişi cennetin kapısını açan bir anahtara dönüştürmesi.

10- Günah olduğunu bile bile sılayı rahim-i kesenlerin; akrabalarıyla karşılaştıklarında içine düştükleri içler acısı durumları.

11- Cennet hurilerini dünyada aramanın insana kaybettirdiği imani hasletler, nefsinin kölesi olmuşları düşürdüğü hayvani haller!

12- Yüzüne karşı hataları hatırlatılan tekebbür sahibi kimselerin; takındıkları inkârcı tutum ve başkalarının yanlışlarını ortaya dökmek suretiyle, kendinden başka herkesi karalayıp, kendilerini olabildiğince temize çıkarma gayreti içine girmeleri.

13- Duygusal zekâya sahip, ayna nöronların aktif olduğu kimseler rahatlıkla karşılarındaki kimselerin mimik ve davranışlarını ve ses tonunu gibi manevi durumlarını hızla algılayarak bunlarla senkronize olabilirler. Özellikle yüz hatlarının analizi; her insanın farklı bir mizaca sahip olmasına rağmen, yaptığı hareketler ve eylemlerin o andaki sahip oldukları ruhsal psikolojilerini, en derin ayrıntılarıyla birlikte, bir harita hassasiyetinde önümüze sermesi. 14- Kendisine karşı gösterilen dünyevi nimet ve ihsanlar altında ezilmeden, bunlardan dolayı kendini mihnet altına sokmadan kalmayı becerebilmek; kâinatta hüküm süren tek olan ilahi kudreti müşahede edebilen, marifet ve hikmet sahibi, arif kimselere has bir özelliktir. 15- Genel ahlâk kaidelerinin tamamiyle alt üst olduğu toplumlarda yardımlaşma ve

dayanışma duygularının gün geçtikçe azalmasına paralel olarak, akrabalar arasında dahi yaşanan ilişkilerin formelleşmesinin getirdiği; ailelerin kendilerini yalnız hissetme

(18)

pskolojisinin yol açtığı davranış bozukluklarının; topluma korku, endişe, kargaşa, hırsızlık ve terör gibi adi suçlar olarak geri dönmesi.

16- Bireysel ahlâk bakımından, ruh ve beden bütünlüğünü sağlayamayan insanların, yaşadığı ruhsal çatışmalar ve geçirdikleri psikolojik tramvaların her aşamasında fıtratında saf ve temiz yaratılmış olması itibariyle, insanı özüne bir adım daha fazla yaklaştırıyor olması. 17- Aile ortamlarında şiddet gören çocukların; sevgiyi dışarıdaki arkadaşlarında araması ve hayatın acımasızlığı karşında korunmasız kalakalmalarının onlara yaptırdığı affedilemez hatalar.

18- Ahlâki zaafiyeti olanların; sevgi ve saygı bekledikleri en yakınlarından dahi sevgi ve saygı görememeleri, İslâm hukukunun getirdiği tedbirlerin ne kadar insan onuru ve haysiyetine değer verdiğini göstermesi. Fıtrat dışı aşırılıkları şiddetle reddetmesi.

19- Düşündüklerini açık açık söyleme hakkının, sadece resmi ideolojiye yakın duranların kendilerinde görmeleri, gayet normal olarak karşılandığı bir ortamda, toplumda sayılarının artması istenmeyen bi takım kesimlerin sürekli pskolojik baskı altında tutulması, demokratik ve özgür ülkelerde meşru sayılabilecek, her türlü özgürlüklerin artırılmasına yönelik isteklerinin, yine devletin resmi ideolojisini temsil eden organlar tarafından, en yüksek perdeden, aşırı denebilecek tepkilere maruz kalması ve bu kakafoni içinde toplumda azınlık olmalarına rağmen, sesleri baskın çıkanların ileriye ve

özgürleşmeye yönelik atılan her adımı, her seferinde aynı bahaneleri ileri sürerek; duyulması arzu edilmeyen sesler olarak gösterip, boğmak istemeleri.

20- Azınlığın içine sindiremediği çoğunluğun, yine azınlık tarafından sindirilmesi. 21- Türk halkının; daha çok çocuklarına verdikleri isimlerin ilk Müslüman olanlardan

seçilmesinin sebebi; fani ömrü boyunca çekilen dünyevi sıkıntılara paralel olarak, eziyetlere uğrayan ashab-ı ikramı kendilerine daha yakın görmeleri ve geçim endişesiyle münkerattan, fuhşiyattan, maruz kaldıkları musibetlerle halkın büyük bölümünün bu ve benzeri kötü ortamlardan, uzak kalabilmesi sonucu; İslam’ın güzelliklerini ahir zamanda dahi ilk olanlara benzeyerek yaşatmak arzusunun, dışa vurumunu teşkil ediyor olması. 22- İlk hevesle uygulanmak isteyen İslâmî hakikatlerin; aradan geçen her bir yıl yaprağının

insanı yaşlandırması sonucu; Müslümanların değer yargılarının dünyevileşmesi ve dünya lezzetlerine karşı olan bağlılıklarının, artması dolayısıyla unutturduğu sağlık ve afiyete karşı şükürsüzlüğün ve kanaatsizliğin artmasının, toplumlara getirmiş olduğu büyük felaketler ve musibetler.

23- Ailesinin dini konularda cahil olması nedeniyle, o ailede yetişen çocukların dini eğitimini hayatı boyunca alamama tehlikesi ve ileride kendi ailesi içinde yaşayabileceği sorunların yüksekliği ve potansiyel olarak gösterebilecekleri ahlâki zaafiyet oranının yüksekliği. 24- Kendi kendinin düşmanı olarak, nefsine zulmedenlerin; uykuda olduğu için rüyasının

farkında olamayanların, ateşle uyanacak olmalarını düşünmenin getirdiği dehşet. 25- Kıymetli şeyleri kuyumcu sarraflarının bilmesi gibi ilmin kıymetini de en iyi alimlerin

bilmesi.

26- Kitaplarına(Tevrat’a) taptıklarından, gerçeği inkar eden ey kitap ehli! Peki elinizdeki kitabı size kim indirdi?

(19)

27- Kim Allah’a sarılırsa muhakkak ki o, doğru yola iletilmiştir. (Al-i İmran, 101) İman edenler ve imanlarını zulüm ile karıştırmayanlar. İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır.(En’am, 82)

28- Ya Muhammed Ah bir görsen: Onların (kafirlerin) ateşin başında durdurulmuş iken ah ne olurdu, keşke biz geri döndürülseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık,

inananlardan olsaydık dediklerini. (En’am, 27)

29- Bunların bir de ümmî (okuma yazması olmayan) kısmı vardır, kitabı bilmezler, ancak birtakım kuruntu yığınına, boş saplantılara kapılır ve zan içinde dolaşır dururlar. Artık o kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz para almak için "Bu Allah katındandır. " derler. Artık vay o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara, vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!.. (Bakara, 78-79)

30- Allah şehadet eyledi şu gerçeğe ki, başka tanrı yok, ancak O vardır. Bütün melekler ve ilim uluları da dosdoğru olarak buna şahittir ki, başka tanrı yok, ancak O aziz, O hakîm vardır. Doğrusu Allah katında din, İslâm'dır; o kitap verilenlerin anlaşmazlıkları ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki taşkınlık ve ihtirastan dolayıdır. Her kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse iyi bilsin ki, Allah hesabı çabuk görendir. Buna karşı seninle münakayaşa kalkışırlarsa de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah'a teslim etmişimdir". Kendilerine kitap verilenlere ve (kitap verilmeyen) ümmîlere de ki: "Siz de İslâm'ı kabul ettiniz mi?" Eğer İslâm'a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah kulları görendir. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler ve haksız yere peygamberleri öldürenler, insanlar içinde adaleti emredenlerin canına kıyanlar yok mu? Bunları acıklı bir azapla müjdele!(Alî İmran 18-21) 31- Her nerede olursanız olun, ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde de

bulunsanız yine kurtulamazsınız. Onlara bir iyilik erişirse "Bu, Allah’tandır" derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, "Bu, senin yüzündendir. " derler. Ey Muhammed! De ki: "Hepsi Allah'tandır. " Bu topluma ne oluyor ki, hiç söz anlamaya yanaşmıyorlar?(Ey insanoğlu!) sana gelen her iyilik Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Ey

Muhammed! Biz seni bütün insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak da Allah yeter (Nisa,78-79). Çünkü yaratma meydana getirme yönünden iyilik de kötülük de Allah’tandır. Ancak kişinin başına gelen iyili Allah’ın fazlından bir ihsan iken, onun başına gelen kötülük Allah’ın adaletinin bir tecellisi olarak işlemiş olduğu günahlara karşılık dünyada peşin verilen bir ceza ve intikam olarak görülmelidir.

32- Hikmet ve ledünni ilme Hz. Hızır(a.s) gibi vakıf kulların; hassaslaşan duyuları ve öbür alemin kapılarını, onlara açan karşılıksız kullukları ve bu karşılıksız kulluğun nişanesi de hem darlıkta hem bollukta şükretmeyi Allah’ın inayetiyle ellerinden bırakmamaları. 33- Ahir zamanda korkulacak olanlar sadece diliyle alim geçinen münafıklardır.(Hadis Meali) 34- Geceleyin gündüz yaptıklarının, hesabını başının altındaki yastığa verebilen, her

söylediğinin hak ve doğru olmasına dikkat eden; Hz. Ebu Bekir(ra) gibi sıddıklar ve her işinde adaleti gözeten Hz. Ömer(ra) gibi er oğlu erlerdir.

35- Her şeyi en iyi en doğru ben bilirim sevdasındakilerin, hiç kimse tarafından sevilmemesi ve en yakınlarından dahi destek bulamamaları sonucu olarak; helal şeylere aşırı

(20)

düşkünlüğü ve yakînlerinin azalmasıyla ibadetlerden alınan lezzetlerin gitmesi ve ülfet halinin hasıl olması.

36- Yaşlı olmayı olgunluk yerine meziyet sayanların; kendi pencerelerinin darlığı ve farklı düşünenlere tahammülsüzlüğü, yalnız kendini haklı görme hastalığı nedeniyle onları ikna edebilmenin güçlüğü.

37- Katışıksız tertemiz saf ve lekesiz bir kalple tam olarak iman etmiş olanlara, Yüce Rabbimizin yakînlerini artırmak için lütfettiği rahmani latifeler. Her insan farklı farklı yeteneklere sahip olduğu için değişik kaplara benzerler. Kapların içerisine aldığı miktar birbirinden farklı olsa da hepsinden taşan aynı şey: zevk-î ruhanidir.

38- Eski ve yeni Ahit’te anlatılan kıssalarda yer, zaman ve kişilerin belirtilmesine rağmen Kur’an-ı Azümüşşan’daki kıssaların daha çok öğüt ve ibret yönünün öne çıkarılmasındaki hikmetin; cevizin kabuğuyla-özü arasında bulunan ilişkiye olan yakın benzerliği.

39- Yüce bir ipe tutunmadan insan letaifinin yükselmesinin mümkünatnın bulunmayışı. 40- İnsan elinin, sırtını kaşımak veya kirlerinden temizlenmek için ardına dahi

yetişmemesinin; verdiği bir ders olarak; hayatta insanın tek başına yaşamak için yaratılmamış olduğunun başlıca delilini oluşturması.

41- İhtiadı İslâm için çalışmanın, zamanımızda farz-ı ayn olduğunun, herkes tarafından kabullenilip, geniş hak kitleleriyle paylaşılmasının zarureti.

42- Türkiye’nin iç ve dış politikasının belirlenmesinde, büyük güçlerin neticelere yön veren etkisinin sorgulanabilmesi için daha güçlü bağımsız işleyebilen ekonomiye ve milli bir savunma sanayine sahip olarak, tam bağımsızlığını sağlamasının önemi ve gerekliliği. 43- Mevlana Celaleddi-i Rumi’deki insan sevgisi ve Allah aşkının bir sonucu olarak, yetmiş iki

millete kendi sırrını işittirerek, aşk makamına vasıtasız eriştikten sonra, Şeb-i Aruz’da nurun o yüce nura kavuşması.

44- İmanı hakikatleri aklın penceresine yaklaştırmaya çalışan, hikmet ve yakîn sahibi asrın müçtehidi Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi: Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin dini uğruna katlandığı çileler ve örnek alınması gereken hasletlerinden biri de; nerdeyse bir asra yaklaştığı halde, sürgünlerle dolu olan hayatında, sürekli kanaat ve iktisata dikkat ederek yaşaması, Allah’a karşı tevazuu, tefekkürü, tevekkülü, şükrü ve hediye kabul etmeyişindeki ihlâs sırrı.

45- Buharın gökyüzünde belli şartlar altında, yoğunlaşıp yeryüzüne düştüğü gibi; yoğunlaşan duygularla şiir yazmanın da insana kazandırdığı iç huzur ve can ile ten bütünlüğüne sağladığı yadsınamaz katkılar.

46- Kendini diğer insanlardan üstün görerek kibirlenenlerin; Allah’ın vahdet sıfatının bir vahid-i kıyasi yapabilmeleri için kendilerine verilmiş bir tecellisi olduğunu kavrayamamış olmalarının, onları Rablerinden çok Firavun’a yaklaştırması.

47- Ağaran saçların; insana hatırlattığı ölüm gerçeği ve Müslüman olarak saçı ağaranlara azap etmekten, haya eden Rabbimiz’e karşılık, fasıklıktan utanmayan ihtiyarların, ilahi azaba düçar olacak olmalarını, insanın cahilliğiyle telif etmenin zorluğu.

48- Zamanında vazifesininin ağırlığının farkında olmayan gençlerin; tüm ağırlığıyla hayatı kendi omuzlarında hissetmelerinin, geleceğe dair onlara yaşattığı sükûtu hayal.

(21)

49- Aşk hususunda size asla yalan söylemeyecek olan; bedenimizin kapısı hükmündeki gözünüzün, sevgiliyi gördüğü andaki o ışıltısı ve ruhumuzun kapısı hükmündeki, kalbinizin dışardan bile rahatlıkla duyulabilecek olan, güm güm atış sesidir.

50- Kalpte noksansız olarak yanan iman meşalesinin, insana sağladığı tarifi imkansız sarsılamayan, yıkılamayan büyük güç, kuvvet.

51- Sekinetlerin birer rahmet damlaları olarak; Hz. Davud(a.s)’dan beri inananlara, doğru yolu göstermesi ve dünyayı mü’minin mirat-ı kalbinden seyreden, ilahi nurların tecelligahı olarak, kirlerden arındırması.

52- Yüce Rabbimizin; ümmi bir peygamber olarak gönderdiği, Kainatın Efendisi Muhammet Mustafa (sav)’in insanlığa bir lütuf, kainata bir rahmet olarak, vazifelendirilmiş olmasının, arka planında sürekli bir hıfz ve inayetle birlikte, Cebrail(as)’ın hayrı tavsiye eden dostluğu ve açtığı İslâm dini yolundan giden ümmetinin, sevaplarından bu kutsi mesaja ayinedarlık yapması bakımından, hisse alması neticesinde makam-ı Mahmut’u kazanması ve onun sünnetinin neredeyse yayın iki ucu kadar Sünnetullah’a (Allah’ın hoş ve uygun gördüğü tavsiye ettiği fiil ve davranışlara) yaklaşması.

53- Resulullah(s.a.v)’in peygamberi bir metod olarak, tercih ettiği tebliğ ve irşat yönteminin; etrafında bulunan herkese büyük/küçük demeden onları, hem doğru yola

yönlendirmesinin, hem de ileriye dönük olarak yetiştirmesinin ve ferasetiyle her şahsı kendi durum ve şartları içerisinde telakki etmesinin; İslâmî öğreti açısından getirmiş olduğu hızlı intişar dönemini dikkate alarak, değerlendirmek açısından önemi. 54- Her doğruyu her yerde çekinmeden söyleyebilenlerin; iki yüzlü yaşamamak için tek

başlarına kalmayı göze almalarının, getirdiği bir sonuç olarak; etrafındakiler tarafından pek sevilmediğinden, hayatın maddi boyutuna yapışmak zorunda kalmalarının; verdirttiği ahlâki ve dini tavizler.

55- Evrensel hukuk normlarını tespit etmeye çalışanların; suç ve ceza kriterlerini

hazırlarlarken, öncelikli olarak, dikkate almak zorunluluğu bulunan, iki belirleyici nitelik olarak; kanunların her türlü önyargı ve kavmiyetçilikten uzak kalarak, insan fıtratına ve vicdanına ne kadar uygun olup/olmadığı meselesinin etüdünün, adalet terazisini elinde bulunduranlar tarafından yapılmasının, dengenin şaşmaması ve toplumsal huzurun tesisi açısından hayati derecedeki önemi.

56- İlahi ilmin ve hikmetin kıymetini en çok bilen alimlerin, dünya metaına hiç kıymet vermemelerinin ve dünyanın fani yüzüne arkalarını dönmelerinin, getirdiği bir netice olarak; zahidâne yaşayanların avamın nazarında fakir ve yardıma muhtaçmış gibi algılanmasının, topluma kattığı nakıslık, asla tükenmeyen ilahi lütufları, her an unutmaksızın yaşayabilme nimetinin, Allah’ın yardımıyla havassa ait olduğunu ikaz etmesi. İlmin ve alimin kıymetsizleştirildiği ve aranmadığı bir toplumda, insanların gündüzü gece, geceyi gündüz sanarak aldanmasına hiç şaşmamak gerek doğrusu.

57- İnsanın özündeki cevheri keşfedebilmesi için; çevresindeki her şeye hak ettiği kadar değer vermeye çalışarak, kültürel açıdan önemli ve değerli olan moral değerlere yaklaşarak, değersiz ve faydasız iş ve kişilerden uzaklaşarak, ruhen yalnızlaşarak, insanın yaratılış mahiyetini ve buna bağlı olarak hayatın ve ölümün gerçek manalarını, yakından tanıma

Referências

Documentos relacionados

2.2.2 - Na hipótese de quantitativo fracionado para o número de vagas reservadas a candidatos negros, esse será aumentado para o primeiro número inteiro subsequente,

Essa, principal fonte de retro- alimentação de qualquer programa de EaD se apresenta ainda, como um grande desafio para os que fazem o PROCEFET em função do curto alcance do sinal

Em síntese, a racionalidade fordista pode ser sumariamente descrita como: tempo de trabalho imposto pela máquina; apoiado no desenvolvimento de inovações de base

Hafife Sultan ile konuşması ve arkadaşlığı, Lady Montagu’ya Osmanlı haremi ve Topkapı Sarayı hakkında birinci ağızdan önemli bilgiler edinme

Gökdağ’ın konuyla ilgili açıklaması şöyledir: “Varsayımsal, hipotik dönem olan Altay dil birliği döneminden, metinlerle takip edilen ve dilbilimsel ölçütlere

ientador, professor José Robério Rogério, pelo apoio incondicional, pela excelente ante o trabalho, a infinita paciência e pela palavras e conselhos otimistas dados ~C-- :e

Klinik değerlendirmede, MPV seviyelerine göre kalp yet- mezliği ile diğer gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark mevcut- tu ve MPV seviyeleri kalp yetmezliği

Resumo; Palavras-chave; Abstract; Key words; Introdução com Revisão de Literatura; Material e Métodos; Resultados e Discussão; Conclusão e Referências; Agradecimento(s) e